Çingeneler veya kendilerini tanımladığı adlarıyla Romanlar, MS 1050 civarında yaşadıkları Hindistan’ın Penjap bölgesinden, İran platosu üzerinden Kuzey Afrika ve Avrupa’ya yayılmış, Hint-Avrupa asıllı bir halktır. Tüm dünyada 8-10 milyon çingenenin yaşadığı sanılmakta olup en büyük Roman gruplarını Balkan yarımadası barındırmaktadır.
İlk kez 1505’te İrlanda’da, 1514’te de İngiltere’de nüfus kayıtlarına geçirildiler. Türkiye’de yoğun olarak yaşadıkları yerlerin başında özellikle Adana (Cono aşireti) olmak üzere, Çanakkale, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Düzce, İstanbul ve İzmir gelir.
İstanbul’da özellikle gözlemlemiş olduğumuz Üsküdar Romanlarına değineceğiz. Üsküdar Selami Ali Mahallesi, Romanların en eski yerleşim yerlerinden birisidir ve buradaki Romanların en belirgin özelliklerinden birisi kesinlikle kendilerine çingene şeklinde hitap edilmesinden hoşlanmamalarıdır. Romandır onlar, Romanlığı benimsemişlerdir.
Eğlenceleriyle meşhurdurlar; davulları, zurnalarıyla müzikle iç içedirler, belli bir müzik eğitimi almamış oldukları halde kulak dolgunlukları öylesine gelişmiştir ki duydukları bir parçayı o anda çalabilme yeteneğine sahiptirler. Aynı zamanda doğuştan gelen dans yetenekleri de vardır. Hareketli bir müziğe kendilerini fazlasıyla kaptırabilirler. Özellikle yaz döneminde yaptıkları sokak düğünleriyle meşhurdurlar, mahalle sadece onların sesleriyle dolup taşar. Yaz aylarında mutlaka bir düğüne veya sünnet düğününe şahit olabilirsiniz roman mahallelerinde. Düğünleri bildiğimiz düğünlere benzemez. Mahalleleri düğün salonlarıdır, bir sokakta toplanırlar ve gelini deveye bindirme gelenekleri vardır. Mahalle boyunca gelin, yanındaki kalabalıkla birlikte deve üzerinde turlayarak son durağı olan hamama doğru ilerler.
Bu gibi şeyler Romanların gelenekleriyken bir de kişisel özellikleri var tabi ki. Şöyle anlatabiliriz Romanları; samimiyet ve kavga birliktedir onlarda. Ne zaman bir iyiliğiniz dokunsa o andan itibaren fazlasıyla koruma altına alınırsınız, sizi gördükleri her yerde koruyup kollayan güvenliğiniz oluverirler. Kendi içlerinde de sahiplenirler birbirlerini, onlardan birisine onların etrafında asla dokunamazsınız. Bazen öyle anları olur ki birbirleriyle kavgaya tutuşsalar bile beş dakika sonra tekrardan can ciğer olmayı iyi bilirler. Oldukça saygılıdırlar ancak ne zaman ki aralarında bir yabancının varlığını hissetseler o anda birlik olurlar ve o yabancıyı göndermek üzere hınca hınç kavgaya tutuşurlar. Kısacası bazen milliyetçi ama çoğunlukla sahiplenicidirler.
Kavgacı olduklarını söylemiştik. Bir de şöyle bir özellikleri vardır ki bağırarak konuşmaya bayılırlar. Mahalleyi sahiplendikleri için ve herkesin birbirini tanıyor olmasından dolayı genellikle kendi aralarında bağırarak haberleşirler. Telefonları vardır ama doğaları gereği o telefonu kullanmak gelmez akıllarına. Birisini dışarı çıkartmak istiyorlarsa mesela o kişinin evinin önüne gidip yüksek sesle seslenmeleri yeterlidir onlar için.
Soğuk, sıcak fark etmeden sabahtan akşama kadar sahiplendikleri sokaklarında dolaşabilirler, dolaşmaktan da ziyade bir sokağın başında saatlerce bekleyebilirler. Uzaktan gören birisi bekçilik yapıyorlar şeklinde yorumlayabilir bunu ya da orada buluştuklarını da zannedebilir ama aslında tamamen alışkanlıktır bu onlar için.
Eğitime aç oldukları için öğrenmeye meyillidirler. Nereden bir şey kapsalar kârdır onlar için. Ailelerinin zorlarıyla bırakmak zorunda kaldıkları eğitim hayatlarını yine aile zoruyla çalışma hayatına geçerek devam ettirmeye çalışırlar yani bir bakıma çalışarak bir şeyler öğrenebilmenin peşine düşerler. Ticari zekâları oldukça ileri seviyededir. Patates-soğan satıcılığı yaparak geçimlerini sağlayanlarla birlikte bir de yaz kış fark etmeden “sinyal” e çıkarak geçimlerini sağlayanlar da vardır. Yaz aylarında mendilleri, yağmurlu havalarda şemsiyeleri, kış aylarında ise satmaya çalıştıkları eldivenleridir “sinyal” dedikleri. Tabi ki bunlar erkek romanlar için geçerlidir. Kızlarda durum farklıdır. Henüz 15 yaşındaki çiçeği burnunda bir roman kızı nişanlısını ilan edebilir mahallesine, çok küçük yaşta evlendirilirler ve daha 20lerine gelmeden çocuk sahibi olmuşlardır bile. Onlara göre 20sini geçip evlenmemiş insan evde kalmış insandır.
İçimizde yaşayan bir halk oldukları halde onlarla birlikte değilsek bilemeyiz hayatlarını. Oldukça gizemlidirler bu bakımdan, kendilerine ait hissettikleri dünyada vardırlar, çemberin dışına çıkmayı sevmezler. Fakat içlerine girdiğiniz zaman da aslında çok da farklı olmadıklarını anlarsınız. Bu gizemli hayatı merak ederseniz herhangi bir Roman mahallesini ziyaret etmeniz yeterli olacaktır.
Nisan 1971’de, Çingenelerin sorunlarını tartışmak üzere Londra yakınlarında ilk Uluslararası Roman Kongresi toplanmıştır. Bu kongreye atfen, 1990’dan itibaren 8 Nisan Dünya Romanlar Günü olarak kutlanmaktadır.
Fotoğraf: Ozan Tezvaran