YARATICI YAZIN: ROMAN SANATI BÖLÜM II – Karaköy Mono

Romanın en güzel yanı hayali kahramanlar yaratmasıdır. Bu kahramanlar hayal de olsa hayatımızın bir parçası olup çıkarlar. Onlarsız düşünemez, sevinemez, sevişemez oluruz artık.

Bana ne mi? diyemeyiz tabii ki. Onun yaşadıkları hiç yaşamadığımız acıların, zevklerin, bilmediğimiz şeylerin açıkça kanımıza girmesi değil de nedir? Hangi tarafta olacağız? Ben tercihimi yaptım: Kahramanım neredeyse orada. Peki siz de onun için bunun önemli olduğunu düşünmüyor musunuz? Aslında kendiniz için de! Hayır bütün o yollar ne kadar sarp olsa da, tehlikeler etrafımızı kuşatsa da, haksızlığı da, mutluluğu da yaşamak için birlikteyizdir kahramanla.

Bir roman gerçekten ne zaman acı verir? Başladım gidiyorum, üç sayfa, on sayfa bakıyorum ilk elli sayfa bitmiş, ama daha çok var. Bir olayın, bunalımın içindeyiz. Kaçıyoruz ya da bekliyoruz. Uykum geldi yatmak zorundayım. Yatabilir miyim? Mutlu, kaygısız uyuyabilir miyim? Ya da tanımlayamadığım bir zevkle dünyanın en güzel uykularından birini uyuyabilir miyim? Tabii ki. Hem de defalarca gülerek, neredeyse mutluluktan çatlayarak. Bu nasıl oluyor efendiler? Gerçek olmadığını bildiğimiz, bu kadar da kaptırma kendini dediğimiz çemberin dışına çıkamadığımız nokta nedir? Çok mu merak ediyorsunuz söyleyeyim: Yaşamak! İşte bu! Kahramanımız bizi yaşatır da ondan. Hem de ne yaşamak! Onunla yaşamak öylesine dolu, öylesine içerli, öylesine bambaşkadır ki, ben artık Raskolnikov, Julien Sorel, Madam Bovary, Martin Eden, Bartebly, Guy Montag, Holden Caulfield  olmuşumdur. Zincirler, deniz, parasızlık ve ödül benim için bağımsız yaşamanın, insan olmanın tek koşulu olmuş çıkmıştır. Bağırıyor musun, sonuna kadar. İnliyor musun? Hiç bıkma. Koşuyor musun? Hiç durma. Çünkü her şey hayat memat meselesidir de ondan.

Bir kahramanı neden severiz? Cesaretinden! Ondan başka, sıra dışı özelliklerinden. Toplumun hiç anlamadığı, toplumla hiç uzlaşamayan bir adam sevimlidir aslında. Ben de uzlaşmak istemiyorum, herkes gibi olmak istemiyorum. Benim bir kahramanım var. O bana bütün yolları gösteriyor, yürütüyor, her şeyi de bazen çekinmeden anlatıyor. Anla ya da anlama; anlatıyor ya. Sen bunu anlamazsın, sen malsın, öküzsün, senden adam olmaz diye bakmıyor. Basbayağı beni ciddiye alıyor. Bundan sonra bensiz düşünemeyeceksin diyor. Hatta yemen de içmen de benden sorulur hadi koçum birlikteyiz, diyor. Ve bu alçak adam beni seviyor. Yüksek mi deseydim. Hımmm! İşte tüm mesele de bu ya. Herkes yüksek kahraman yaratamaz. Ben yüksek adamlarla sıkı fıkı olmak taraftarıyım. Ama bu yükseklik ahlaki düsturlar dayatarak oluşturulan yükseklik değil. Bana her türlü heyecanı yaşatıp, hatalara sokup çıkartan, dayak yediği, aşağılandığı yerden bir sıçrayışta kurtulan yükseklik. Bana dayattığınız, istemeden yaptığım her şeyi bir çırpıda silerim, silemedim mi uğraşırım. Ben kahramanım dostum, aslında ileride başıma ne geleceğini biliyorsun ama ben senin ne bildiğini önemsemeden yürüyorum yolumda, bağışla beni, kopya çekmek yok, atlamak yok… bir kahraman gibi davran ve sevdiğinin elini benim tuttuğum gibi tut…