YAKILMAK – Karaköy Mono

 

-I-

Keresteci bir çocuk ve bir baba

babasıyla ormanda çocuk, işi ağaçlar kuşlar çırpıntılar

sabah gün ağarmadan yolda; odun ve balta

ışığa doğru gidiyor, ışık huzmeleri yaprakların arasında

perçemine düşüyor, sabahın ilk sıcaklığını hissediyor

koşmasına gerek yok çünkü sabah onun sabahı:

sabah ışıklarla dans kuşlarla uyanma zamanı

sessizliğin ortasında, ormanın kıyısında, serinliğin ve güneşin

kızların uzağında ama aşka hazır zaten âşık bir çocuk

garip bir his var içinde

gün gelecek ormanlar, gün gelecek aşklar

hiç olmamış say ki hiç yaşanmamış gibi

korku ve ürperti sancı ve ağrı, baş ve ayak

o an ne kadar gerçek nasıl da zor

hissiyatını yokluyor keresteci

çocuk: keresteci, işini biliyor işine yürüyor

yürüdükçe açılıyor yollar, gittikçe açılıyor

elleri ellerine kavuşuyor  — işlere

bir kez vuruyor ve orman titriyor

orman konuşuyor, rüzgar yetişiyor

taşlar yerinde, dünya yerinde terini elinin tersiyle

-baba hadi bir el at şuna

ne kadar ağır olsa da ağır değil duygu yükünden

baba hadi bir omuz vur şuna, ne kadar sert olsa da

hiç sert değil yalnızlıktan

baba konuşur:

-yavrum, nedir sendeki bu dert

nedir seni saran, bırakmayan

nedir bu uzam, primo logos?

tersinden değil düz tut, elimizdeyken bitirelim

bir ağaç bir kereste, bir kereste bin kalem,

bin kalem binlerce harf, binlerce düşünce

binlerce insan, binlerce sen var burada

elimdeyken sen, yavrum hiç üzülmesen…

(bir öpüşün titretişi ve bir dansın hiç bilinmeyen gizemi

keşke bir kadının gözlerinde parlayan ışığı,

renklerin zevkini daha iyi anlatabilsem

keşke hiçbir önyargı nefes alıp vermek,

bir elin sıcaklığını hissetmek,

bir koklayışın mucizesini yaşamaktan

daha önemli sayılmasa

bakışmalar sevişmeler, nefes nefese kalp atışları

o atışların hızlandığı anlarla ilgili olanlar

ruhumun eriyen yerleri, dokunduğunda yanan kül olan

                bir saçının teliyle mutlu olan

sana kolayca ormanı ve yaprakları, bir ağacın anısını

                            anlatabilse.)

-II-

Solgun bir gökyüzü görmeye dayanamam ben

rüzgarla savrulan saçlarıma hiç kusur bulamam

resimlerin sağını solunu kurcalamadan ben

gözlerime ilişen bir renge saldıramam

kabaca anlatayım nasıl olduğunu bazı şeylerin

ortaya bir masa kuruluyor,

bu masa da ne masa ama

menşei İtalya

ben de çok masalık tahta yapıp yolladım

kimine çalışmak nasip oldu,

kimine durmak ortada bir yerde

ama hiçbir zaman işe yaramaz olmadılar

sadede gelecek olursak söyleyeyim

anlatmak istediğim şey çok açık

bir masanın etrafında bir mum ışığı altında sakallar

batarken acıyla etrafına, irkilen ve söylenen bir ses

kendini belli etti iyice

arkadaşlarımın hepsi manyak olmalı burada iseler

hiçbir körün göremeyeceği kadar karanlık günler

bizimle dalga geçiyor gibi işlenen kabahatler

kime nasıl kabul ettirileceği belirsiz düşünceler

etrafında dönüp dolaşan serseriliklere

artık bir aydınlık

yakın bir ışık

sıcak bir karşılık verilmeli

ben vermeliyim buradayken henüz her şey başlı başınayken

bir ormancı çocuk olarak ben çamurun ve sisin

korkunun ve ıslığın, çağrılmanın ve koşulmanın

duygunun ve dahasının hepsiyle bir karşılık

bir bitimsiz aşktır benimkisi, arkadaşlar ey masaya arkadaş olanlar

ellerimle tuttuğum şeyin hayalarım olmadığını bileseniz

ve benim baktığım yerden de hiçbir şey görülmüyor anlayasınız

masaya oturmak, masayı soğurmak, masada bulunmak bir

hiçtir, ama görmekle âşık olmak birdir…

-III-

Bir ülke biliyorum her şeyiyle müreffeh

Bir ülke biliyorum her şeyiyle inatçı

Bir ülke biliyorum kapısında insanlar

Bir ülke ki topun ağzında…

-IV-

Benim bir gün ormanıma dediğim bir şey vardı:

Ne zamanki âşık olacağım seni elbet unutacağım

Ne zamanki sen âşık olacaksın beni unutacaksın

Fakat bunun neresi adalet ey orman,

ben seni unutmak istemiyorum ki!

Güya sendin beni yetiştiren bana söz veren

Git ve gör dünyayı, git ve yaşa

Hiç bilmediğin şeyleri öğren bana da anlat

Ben seni beklerim diyen!

….

ama şunu söylemedin ey orman

zaten sen her şeydin

sen bilge ve olgun

sen aşk ve ateş

sen su ve toprak

….

bir masa ve etrafı hep aydınlık olmalı, bir ormanın içi kadar hem de!