Çağdaş Amerikan edebiyatının en önde gelen isimlerinden Ezra Pound, büyük bir şair, fazla sayıda dilde çeviri yapabilecek yetenekte bir çevirmendi ama politik görüşleri eserleri kadar özgür olamadı ve İkinci Dünya Savaşı sırasında Mussolini’yi destekledi.
Duygular hep aynı yerde duruyorlardır aslında. Ama gündelik yaşamın rutinleri arttıkça, zaman an olmaktan çıkıp emeğin üretime dönüşmesinin anahtarı olarak algılanmaya; sadece gerçekle ölçülmeye başlandıkça gizlenmek zorunda kalır duygular. Anın sonsuzluğunda büyüyüp çoğalacaklarına saniyenin ölçülebilirliğinde doğalarını yadsıyorlar. Buyurun sanayi toplumuna. Buyurun üretim ve tüketim çılgınlığına. Kalp bir kan pompası ve ruh unutulmuş bir öykü. Biz kör ve cahiller sürüsü bir şey bildiğimizi düşünüyoruz. Biz dünyayı ve insanı anladık, çözdük, sınıflandırdık. Ama sınıfta kaldık. Biz pozitif bilimle çarmıha gerdik hayalcileri ve vakit nakittir düşüncesiyle öldürdük güzel yürekli şairleri. Hepimiz biliyoruz. Hepimiz üretiyoruz. Hepimiz soğuyan insanlığımızı yalan ateşlerle ısıtmaya çalışıyoruz. Boşluğun orada bir yerlerde olduğunu bilsek de akılcı söylemlerle yamalıyoruz üstünü, kenarını köşesini, kitaplarla ve büyük yalanlarla yaşıyoruz. Hepimiz biliyoruz. Hepimiz akıllı olduğumuzu düşünüyoruz, hepimiz akılcıyız bakıldığında, bilim ve mantığın sadık kullarıyız. Oysa, o kadar da tanımadığımız benliğimizin yaşadığı duyumlarla var oluyoruz, ılık bir rüzgâr vücudumuza değdiğinde, ilk defa görüp yüzlerce yıldır tanıyormuş gibi hissettiğimizde bir insanı, korkuyla ağlarken kedimiz gelip gözyaşlarımızı sildiğinde.
Şimdi hepimizin yeni bir şaire ihtiyacı var. Soğukkanlı bir romantiğe. Belki de bu adam Ezra Pound’dur. Durmadan yeni ritimler ortaya koyan, sadece şiirler değil şairler de yaratan adam: Ezra Pound. Idaho sınırına yakın Hailey şehrinde 1885 yılında doğdu. Babası darphane memuru, büyük babası ise Kongre üyesiydi. 1901 yılında Pensilvanya Üniversitesine yazıldı. Kısa zamanda Pound, Anglosakson, Klasik ve Ortaçağ edebiyatına büyük merak duydu. 1906 yılında Sanat diplomasını aldığında hayatının en önemli eseri olan Cantos’a başlamıştı. Üniversiteden sonra, müzisyen şairler, Güney Fransa Provansal halk şairleri üzerine çalışmaya devam etti. 1908 yılında Pound, Venedik’e gitti. İlk şiir kitabı A Lume Spenton’u (Sönmüş Mumlarla) yayınladı. Pound, W.B.Yeats ile karşılaşmak için İngiltere’ye gitti. Orada kısa zamanda ünlü bir edebiyatçı olarak tanındı. Yeats ile tanışır ve Yeats’in pazartesi akşamları toplantılarının vazgeçilmez siması olur. Pound aynı zamanda, D. H. Lawrence gibi yeni kabiliyetleri ve ressam ve eleştirmen Wyndham Lewis gibi yazarları yayınlayan English Review ile ilişkiye girer. 1911 yılında New Age dergisinde yenilikçi yazı kampanyasını başlatır. Pound için, yüzyılın şiiri ciddi, doğrudan, coşkusallıktan kurtulmuş olmalıydı. Pound bir yıl sonra, İmgeci şiir akımını kurar. Bu dönemde, William Carlos Williams, T. S. Eliot, Robert Frost, Ernest Hemingway, James Joyce ve Richard Aldington gibi yazar ve şairlerin kariyerlerine yardımcı olmaya çalışıyordu. Aynı zamanda, kendinden 20 yaş büyük, dünyaca meşhur şair Yeats ile ilgileniyor ve T.S Eliot’ın The Waste Land (Çorak Ülke) adlı eserinin editörlüğünü de yapıyordu. Amerika ve İngiltere arasında bir bağ oluşturuyor, Harriet Monroe’nun önemli Chicago dergisi olan Poetry’de yardımcı editörlük yapıyor ve İmgecilik şiir ekolüne bağlı şairleri yayınlıyordu. Bu akım açık ve oldukça görsel bir sunuşu savunuyordu. İmgecilikten sonra çeşitli şiirsel yorumları da yaydı. Pound imgeciliği mektuplarla, denemelerle ve bir antolojiyle daha da ilerletti. 1915’te Monroe’ya yazdığı bir mektupta klişeler ve belli cümlelerden kaçınan, modern ses veren görsel bir şiiri tartışır. 1913’te yayınladığı A Few Don’ts of an Imagiste (Bir İmgecinin Yapmaması Gereken Birkaç Şey, 1913)’de imgeyi bir zaman biriminde zihinsel ve duygusal bir karışım sunan şey olarak tanımlar. Pound’un 1914’te yayınladığı 10 şairi kapsayan Des Imagistes (İmgeciler) adlı antolojisi William Carlos Williams, Hilda Doolittle ve Amy Lowell gibi önde gelen imgecilerin şiirlerinden örnekler içerir. 1914’de, İngiliz kültürü üzerinde sürekli bir etkisi olacak daha ciddi bir akımı, Vortisizm’i lanse edecekti. Fikrin temelinde, Henri Gaudier-Brzeska adlı genç bir heykeltıraş vardı. Wyndham Lewis ve diğer yakınlarıyla akımın gazetesi Blast’ı yayınladılar. Aynı yıl, birçok vortisist sanatçının ölümüne sebep olacak Birinci Dünya Savaşı patlayacaktı. Vortisizm, Pound için, ilk devrimci propaganda tecrübesinin aleti, ve gelenekçilik sınırlarının dışına düşmesinin sebebi oldu. Pound, vortisizmi medeniyetin feneri ve önderi olarak, sanatı hak ettiği yere koyan bir akım olarak görüyordu. Böylece, sanatlar, daha evvel Yeats’in da öngördüğü gibi, mistik bir şekilde siyasete bağlanıyorlardı. Pound, ticariliği, kendi sanatsal ve siyasi idealine her zaman engel olarak gördü. 1918’de Sosyal Kredi’nin kurucusu C.H.Douglas’la karşılaşır; Douglas moneter reformdan yana bir teori geliştirmektedir; para, üretimin ve yaratıcılığın ölçüsü olmaktan çıkıp, kullanışlılık kazandıkça, bir millet ve kültürü, haliyle, ticari emellerin devamının kurbanı olurlar. Pound bu teoriyi şevkle kabullenir. Kültürü yozlaştıran paranın iktidarının ortadan kaldırılmasına gerekli bir vasıta vardı elinde.
Bundan sonrası ne farkeder ki… Bizler ruhlarımız bölündükçe bağımlılıklarımıza yönelmekteyiz, kendi doğamıza geri dönmeyi düşünmektense daha da uzaklaşıyoruz ve bu hayatın vahşeti ve kötülüğü bazen en iyi bildiklerimizi bile tutsak alıyor.
Ezra Pound’un örnek bir şiiri;
GÖZLER
Efendimiz dinlen artık, yorgunuz yorgun,
Duyalım biraz da rüzgârların parmaklarını
Üstümüzü örten şu durgun
Yaş kurşun gibi ağır kapaklarda.
Dinlen artık kardeş, gün ağarıyor bak dışarda!
Soldukça soluyor sarı ışık
Eridikçe eriyor mum.
Salıver bizi, dışarda en tatlı renkler,
Yosunun yeşili, çiçek renkleri,
Ağacın altı serinlik.
Salıver bizi, tükeniyoruz yoksa
Akıp duran tekdüzeliğinde
Kuru kuru baskıların
Ak kâğıt üzerinde.
Salıver bizi, biri var ki
Bir gülüşünün verdiğini vermez sana
Yıllanmış bilgisini tüm okuduklarının
Ona bakalım ona.
Hazırlayan: Ömer YÜCEDAL