Hıristiyanlık Yunan dinini yenip ortadan kaldıralı bin beş yüz yıldan fazla oluyor. Aradan bu kadar uzun bir zaman geçtiği halde bu inancın düşünceleri ve tanrıları, masalları ve efsaneleri Avrupa kıtası kültürünün ve sanatının bütün alanlarında etkisini sürdürüyor. Yunan tanrıları ve kahramanlarıyla karşılaşmaksızın büyük şairlerimizden hiçbirini okuyamayız, müzelerimizden hiçbirini dolaşamayız. Zamanında “ölümsüzler” diye anılanlar gerçekten de hayal âleminde ölmemişlerdir. Fakat onlara bu sonsuz yaşayışı veren nedir? Şekillerinin büyüklük ve güzelliği onlarda elle tutulur, gözle görülür olan derin hayat ve dünya bilgeliği onlara şekil vermiş olan, nesilden nesile geçerek sürekli yeni bir büyü ile bize etki eden şair kuvveti, özellikle nadiren farkında olduğumuz bir fikir tarihi gerçeği: Yunan mythos’unun Avrupa kültürünün başlangıcı olması, Batı fikir tarihinin Hellen’lerin tanrı üzerine inançları ile başlaması… Dinlerinin bizlerce en eski yazılı belgeleri olan Homeros destanları doğmadan asırlarca evvel Hellen’lerin Hellas’a göç edip yerleştiklerini biliyoruz… İlyada ile Odysseia’da anlatılan kahraman ve tanrı masallarını belli bir neslin şairleri değil, bütün Hellen toplulukları uzun bir zaman içinde yarattılar. Dolayısıyla Hellen’ler tanrı üzerine düşüncelerenini birçoğunu yeni yurtlarına gelirken yanlarında getirdiler; bunların bi kısmı hem onlarda hem de Cermen’ler ve İtalyan’lar gibi başka Hint-Avrupa milletlerinde bulunuyor. Yunan’lı olmayan yerlilerin ve Girit’lilerin dinlerinin Hellas’ın inançlarına etki etmesi kaçınımazdır. Yalnız bu bağlantılar üzerine sağlam çok az veriye ulaşılıyor.
Gaia yani Toprak-Ana, Okeanos yani dünyayı çevreleyen deniz, Zeus yani hava ve gök tanrısı gibi büyük tanrılar en eski çağ dinlerindeki en güçlü tanrılardı. Bunlardan başka Hellen’ler de Romalılar gibi “sevgi”, “hak” “iyi-öğüt”, “öç alıcı kader” gibi mefhumları tanrılaştırmaya meylediyorlardı. Böylece Eros, Themis, Metis, Nemesis gibi isimler ortaya çıktı. Bu dinin teolojisinden daha sonra Yunan felsefesi çıkmıştır. Yunanlar denizle tanıştıktan sonra suyun kutsallığı hakkındaki pek eski inançlarından onlarda bir deniz tanrıları dini doğdu; bu din Homeros’ta büsbütün arkaplana geçmiştir.
Hovardaca yaradılışı ile Dionysos’un Olympos’lu tanrılar arasında bir yabancı olduğu anlaşılıyor. Fakat Dionysos daha erken Yunanlaşmıştır. Hellen’lerin ilk çağında bir ölüler tapımı (kült) olduğunu yapılan kazılar gösteriyor. Özellikle büyük kabile önderleri ölümlerinden sonra tanrı gibi saygı görüyordu. Tanrı-atalarının kahramanlıklarını, akıllara hayret veren başarılarını anlatan hikâyelerden eposlarda okuyup öğrendiğimiz kahraman masalları doğmuştur. En eski Yunan dininde büyük tanrılara ve tanrılaştırılmış mefhumlara inanç doğrudan doğruya tanrılar soyundan gelme atalara inançla yanyana bulunmuş olmalıdır. Zamanla bu iki inanç bölgesi birbirine karışır. Yaptıklarını anlatan şarkılar ve masallar inanılmayacak mahiyette şeyler oldukça kahramanlar yükselip tanrılara karışıyorlar. Öte yandan birtakım yerlerin önemlerini kaybetmiş yerli tanrıları bunlar arasına alınıyor, uzakta, tasavvuru güç, şekilden daha çok fikir olan asıl büyük tanrılar, vaktiyle etten ve kemikten gerçek insanlar halinde yaşamış olan kahramanlar arasında gittikçe daha çok insanlaşıyorlardı. Artık şiirlerde tanrıların gözdeleri olan kahramanlardan, insanların kızlarıyla evlenerek kahramanlar dünyaya getiren tanrılardan bahsediliyor. Homeros eposlarında bu karışma ve kaynaşma artık bitmiş bulunuyor: Tanrılar bizim karşımıza insanca, bazen pek aşırı insanca çıkıyorlar; kahraman kadınlar ve erkekler tanrılar gibi güzel ve ulu görünüyorlar. Tanrılık ve insanlığın içinde eriyip karıştığı, bu dünya ile öteki dünyanın bir tek ülke haline geldiği bu inanç, Yunanların ve ondan sonra Romalıların eski çağın sonuna kadar bağlı kaldıkları inançtır. Şiir ona şekil vermişti. Yine şiir resim ile heykelciliğe tanrıları insanların kılığına göre yapma kanununu koydu; şiir drama karakterleri yarattı, gençliğin yetişmesinin böylece de devletin oluşmasının temelini attı. İlyada ve Odysseia Yunanların kutsal kitapları oldu. Çünkü Yunan inancı en noksansız ifadesini onlarda bulmuştu.
Herakleitos, Ksenophanes, Platon gibi güçlü düşünürler, tanrıların Homeros’ta olduğu gibi pek aşırı insanca düşünülüşlerine karşı saldırdılar. Bu düşünüş Hıristiyanlığın zaferine kadar hakim olarak kaldı. Sonunda felsefe içinde eriyip yok oldu. Antik mythos dini önemini büsbütün kaybetti. Artık felsefe, şiir ve sanat yeni inanç için iş görüyorlardı. Fakat mythos yaşayıp duruyordu. Bunun sebebi, insanları düşündüren ve duygulandıran birçok şeyin Yunan masallarında olduğundan daha sade, daha açık, daha güzel, daha yüce, daha her yerde geçer olarak söylenememisidir. Çünkü Yunan masalının bitmez tükenmez zenginliği bütün dünyayı içine alıyor: Tabiat ve insanlar, kültür ve sanat, bu dünya ve öteki dünya, en geçici ve en kalıcı şeyler. Yunan tanrılarının her biri bir karakter, canlı bir mahluktur. Yunan masallarının her birinde insan ruhu üzerine derin bir bilgi göze çarpar. Mythos, aldatılan Hephaestos gibi gülünç hikayeleri, Midas’ın eşek kulakları gibi efsaneleri, Eros ile Psykhe gibi masalları, Prokne ile Philomela gibi korkunç cani hikayelerini, Troya için savaş ve Odysseus gibi destanları, Alkmene gibi komedyaları, Agammenon ve Oidipus gibi tragedyaları, Ekho ile Narkissos gibi lirik şiirleri içine almaktadır. Mythos, Amphion’un Iyra’sının büyüleyici nağmeleriyle taşları yerlerinden oynattığını, bu taşların güzelce dizilip Thebai şehri duvarlarını kurduklarını anlatırsa bu, sanatın oluşunu, özünü tanımadır. Mythos, kendine has bir dille konuşur. “Glaukos” deniz gibi mavi demektir ve Glaukos deniz maviliği tanrısıdır; “Thaumas” hayrette kalmak, şaşmak demektir ve Thaumas denizdeki şaşılacak şeylerin tanrısıdır. Şahıslaşmış hafıza gücü olan Mnemosyne Musa’ların anasıdır. Eros, yani sevgi, Anteros’un yani karşı-sevginin kardeşidir. Dileme ve arzulama demek olan Homeros ile Pothos ona yoldaşlık ederler ve ruh anlamına gelen Psykhe onun sevgilisidir. Kendisine mahsus bu diliyle mythos, dilediği her şeyi söyleyebilir ve gerçekten Yunanların düşündükleri, inandıkları, yarattıkları her şeyi söylemektedir. Böylesine bir güzellik ve bilgelik hazinesi insanlık için bir kere kazanılınca elden kaçırılmazdı. Her yerde bulunarak, her şeyi canlandırarak düşüncenin ve sanatın harikalar ülkesinde etki edip durmaktadır. Keçi şeklindeki Pan gotik katedrallerin çatısında su oluğu ağzı olarak, bütün azizleri baştan çıkarmaya çalışan şeytan olarak da bütün ortaçağ resimlerinde yeniden dirilmiş bir hayalet gibi görünmektedir; Boticelli, Venus’un doğuşunu gösteren tablo yapıyor, Rokoko Erotları, Zopfstil modası kuğu ile Leda’yı pek seviyor; Böcklin kafasında yepyeni bir nereus-kzıları ve orman ve su perileri dünyası kuruyor. Gluck efsanevi şair Orpheus ile yeraltı dünyasına iniyor, Offenbach’ta Helena suret oluyor, Strauss’un musikisi Naksos’ta Ariadne’yi nağmeleriyle çerçeveliyor, Kharon’un kayığıyla Dante Hıristiyan dininin cehennemine iniyor, Fenelon “Telemakhos”unu terbiye ediyor. Goethe de Alman Walpurgis-gecesi sonunda klasikleşiyor, eski çağ mythos’unun en güzel kadını Helena Alman şiirinin en büyük kahramanı Faust’u seviyor. Daubler, Hoffmannsthal, George ve Rilke gibi yeni Alman lirik şairleri eski çağ masalları ülkesinde yaşıyorlar.
Mythos’un önemini kaybettiği sanılan birçok fikir bölgelerinde o yeniden canlanmış, etkili olmuştur…
ECKART PETERICH