-Karaköy’e hoş geldiniz, bizi kırmadığınız için çok teşekkür ederiz. Sevgili Göktuğ Canbaba bugün bizlerle. Son çıkan kitabı “Ben, Babam ve Diğerleri” hakkında konuşacağız. “Ben, Babam ve Diğerleri” çok yeni bir kitap, bir solukta okudum diyebilirim. İkili ilişkilerin ve baba-evlat bağının işlendiği “Ben, Babam ve Diğerleri” Doğan Kitap’tan çıktı. Tekrar hoş geldiniz.
-Çok sağolun.
ÖLÜP TEKRAR DİRİLEN BİR KADIN DİYEBİLİRİZ SİBEL İÇİN
-Tabii şunu da belirtmek gerekir, yazarın ilk kitabı değil. Gayet tecrübeli bir yazarla karşı karşıyayız. Peki biz “Ben, Babam ve Diğerleri” için bir yeniden doğuş hikâyesi diyebilir miyiz?
Evet, evet bir yeniden doğuş hikâyesi aslında. Şehrin tekinsizliği, karanlığı ve şehir insanını hapseden yönler üzerine başladım düşünmeye. Karanlık bir toplumun içindeki karanlık bir bireyin hikâyesi aslında. Kitap küçük tahammülsüzlüklerin, küçük hataların insanın hayatını nasıl daha çok zorlaştırdığını anlatıyor. Bir taraftan ilişkiler, hayat, iş güç… Hayatta birçok şeyin insanı sıkıp patlama noktasına getirmesinden yola çıktım aslında. Kentsel dönüşüm projeleri, şehrin isi, tozu… Aslında bu şehir, insanları gerçekten yoruyor ve yok ediyor bir şekilde. Onun içinde yok olup tekrar var olan bir kadının hikâyesi bu. Yeniden doğuşla onu kastediyorum. Patlayıp her şeyi yok edip tekrar gün yüzüne çıkması… Ölüp tekrar dirilen bir kadın diyebiliriz yani Sibel için. Temelde benim için deneysel bir roman oldu “Ben, Babam ve Diğerleri”. Bir karakterin yeniden doğuşunu anlatıyorum ama aynı zamanda farklı disiplinleri kullanarak bunu yapmaya çalıştım; bir tarafı gerçekçi, bir tarafı gerçeküstü, bazı bölümler büyülü gerçekçi… Teknik açıdan da benim için değişik bir roman oldu. Mizah, gerilim ve gerçeküstü öğelerin harmanlandığı bir roman. Ana karakterimiz düğün fotoğrafçısı Sibel’in hayatında bir kırılma yaşadıktan sonra ortaya çıkan gerçeküstü Panda sayesinde hayatının değişimini ve bir yandan farklı bir gerçekliğe doğru ilerleyişini görüyoruz romanda. Yolculuk metaforunu romanlarda kullanmayı severim. Aslında bu da Sibel’in çıktığı gerçeküstü, tekinsiz bir yolculuk…
BEN FOTOĞRAF SANATÇISIYIM
-Kitaplarınızda bir şey dikkatimi çekti. Hep bir şekilde sanatın herhangi bir dalıyla ilgilenen karakterleriniz var. Bu çok hoş bir ayrıntı düşününce. “Ben, Babam ve Diğerleri”nde heykeltıraş bir baba, başarılı bir fotoğrafçı, keza Ürkütücüler romanında heykel yapan bir canavar var… Bu detayların gelişigüzel koyulmadığını düşünüyorum. Peki sizin ilgilendiğiniz bir sanat dalı var mı acaba edebiyat dışında?
Ben fotoğraf sanatçısıyım aynı zamanda. Gazetecilik mezunuyum, bitirme tezimi fotoğrafçılık üzerine yaptım. Ondan sonra çeşitli sergiler açtım. Dünyanın farklı bölgelerine gidip fotoğraf çalışması yaptım. Hindistan, Nepal, Tayland, Kamboçya gibi. Buralarda fotoğraf çektim. Hatta bu kitabın kapak fotoğrafı da bana ait. O da enteresan oldu. Fotoğrafla ilgileniyorum bir şekilde. 6-7 sene bununla uğraştım, İstanbul’da bir stüdyom vardı. Ürün, moda fotoğrafçılığı ve aynı zamanda düğün fotoğrafçılığı da yaptım. Zaten karakter de düğün fotoğrafçısı bildiğimiz gibi. (gülüşmeler)
-Onu ayrıca soracağım zaten. (gülüşmeler)
Heykeltıraş kısmını özellikle “Ürkütücüler” romanında kullanma sebebim, çocuklara heykeltıraşlığı anlatarak bu sanat dalını hikâyenin içine serpiştirmekti. Oli, bitkileri çiğnedikten sonra onları tükürerek bu özlerden heykeller yapıyor. Garip bir canavarın kendine has bir sanat anlayışı var yani. Aynı zamanda sanatın yaşantıları ve insanlar arasındaki ilişkileri nasıl etkilediğini anlatmaya çalışmıştım “Ürkütücüler”de. Canavarın kim olduğunu sorguladım; insanlar mı, yoksa boynuzları olan tüylü yaratıklar mı?
-Kapak fotoğrafı bana ait dediniz. Zaten fotoğrafçılık mezunusunuz. Evet romandaki kadın karakterimiz Sibel de düğün fotoğrafçılığı yapıyor. Az önce bahsettiniz ama ben bilmiyordum. Çok gerçekçi sahneler var romanda. Diyecektim ki siz gözlem mi yaptınız bu gerçekçi sahneler için? Gelin damat psikolojisini örnekleyen söylemler görüyoruz çünkü.
Bu işle uğraşmamış olsam bu kadar derinlemesine tabii ki anlatamazdım. Çünkü yaşadığım çok fazla ayrıntı var. 6-7 senede biriken tonla şey var. Söyleşilere gittiğimde bazen bana şunu soruyorlar: Buradaki düğün fotoğrafı çektirmek isteyen çiftler ve düğün fotoğrafçısının yaşadığı şeyler bazı yerlerde gerçeküstüymüş gibi gözüküyor. Bu kadarı biraz abartı değil mi, diyorlar. Hayır, diyorum. Öyle bir şey yok. Gayet sıradan şeyler onlar. Çünkü gerçeküstü olan şey düğün gününde gelin ve damadın duygusal yapısı. Bambaşka bir şeye dönüştükleri için onları okuduğumuz zaman farklıymış gibi geliyor ama o tarz insanlarla çok fazla çalışma yaptım. Tabii genelde fotoğrafçılıktan da anlamadıkları için bazı fotoğrafları açıklamak zor oluyor. Kitapta çok fazla ayrıntı var. Dolayısıyla yaşadığım şeylerden esinlenerek yazdım. Kitapta yazılan birçok şey gerçek aslında.
-Peki fotoğrafçılığı bıraktınız mı? Dönmeyi düşünüyor musunuz?
Dönmeyi düşünmüyorum. (gülüşmeler) İki sene oldu bırakalı. Hatta o iki sene boyunca fotoğraf makinesini neredeyse elime almadım. Geçen sene Kamboçya’ya gittim ama fotoğraf makinesini yanıma almadım. Mesleki deformasyon oluşmuş artık, uzaklaşmak istedim fotoğraftan. Şimdi yavaş yavaş tekrar geri geliyor. Özellikle “Ben, Babam ve Diğerleri”nin kapağıyla birlikte daha motive oldum diyebilirim. Şimdi tekrar belgesel projeler yapmak istiyorum aslında, kafamda bir şeyler var çünkü.
-Kapak fotoğrafı çok başarılı bu arada. Photosop var mı? (gülüşmeler)
Hiç photoshop yok, normal bildiğin ham bir fotoğraf aslında, sadece siyah beyaza çevirdim. Modelimizin hareketli oluşu, açısı vs. tamamen teknik mevzular.
BEN GÖRSEL SANATLARLA UĞRAŞTIĞIM İÇİN BÜTÜN KARELERİ ZİHNİMDE CANLANDIRIYORUM
-Evet gelelim pandaya… Neden panda seçtiniz? Ben dikkatli bir okuyucu olduğumu düşünüyorum ama ipuçları varsa da bulamadım açıkçası. Neden panda? Neden atmaca, japon balığı, kurt köpeği değil de panda?
Panda olmasının sebebi aslında görsel olarak kuvvetli bir hayvan olması. Mimiklerinin belli olmaması, sevgi dolu mu yoksa hırçın mı bilemiyorsun. Uysal mı yoksa vahşi mi? Tekinsiz bir hayvan yani. Ben görsel sanatlarla uğraştığım için bütün kareleri zihnimde canlandırarak yazıyorum hikâyeleri. Pelüş panda, gerçekten serseri bir karaktermiş gibi gözüktü gözüme. Oyuncakları da öyle gözükür bana, çok sevimli bulmam pelüş pandayı –irilerinden bahsediyorum-. Göğsünü yarıp sigara paketi çıkarması, pamuklar… Bu tarz ayrıntıları da düşündüğüm zaman panda uygun dedim. Aslında tilki mi olur, maymun mu, ayı mı olur… Bunları hep düşündüm. Ama dedim ki en son, panda görsel olarak en iyi hayvan karakteri.
ÇOCUK ROMANLARINDA DAHA PASTEL TONLU BİR GERÇEKLİKTEYKEN YETİŞKİN ROMANLARINDA DAHA KARANLIK YERLERE GİTMEK BENİ RUHEN DENGELİYOR
-Siz aynı zamanda çocuk kitabı yazarısınız. Eminim bu çok sorulan bir sorudur: Hangi kategoride yazmak daha zor? Hangisi daha keyifli?
Aslında ikisinin de kendisine has keyif veren ve zor olan yönleri var. Ben yetişkinler için kitap yazarak başladım yazarlığa, ondan sonra çocuk romanları yazmaya başladım. Yetişkin kitapları yazarken de, çocuk kitapları yazarken de keyif alıyorum. Yazarlıktan keyif alıyorum diyeyim. Çocuklar için yazdığım zaman bir Miyazaki animasyonundaymış gibi hissediyorum, böyle rengârenk… İçerde anlattığım hikâyeler üzebilir, mutlu edebilir. Bir sürü hikâyeden bahsediyorum çünkü. Oraya gelmek beni çok rahatlatıyor. Çocuk kitabı yazınca çok rahatlıyorum. Çok farklı bir dünya var, o dünyaya geçmek, çocuklarla birlikte seyahate çıkmak gerçekten beni çok rahatlatıyor. Yetişkin kitaplarının da karanlık taraflarını seviyorum mesela. Aslında bu durum beni dengeliyor. “Ben, Babam ve Diğerleri” kara mizah olsa da aslında yarıdan sonra gerilim dozu yüksek, tekinsiz bir hikâyeye evriliyor. Karanlık bir hikâye… Şimdi çocuk romanlarında dediğim gibi daha pastel tonlu bir gerçeklikteyken yetişkin romanlarında daha karanlık bir yerlere gitmek beni ruhen de dengeliyor. Dolayısıyla ikisinden de aldığım tat bambaşka. Ama birisi aşağıda birisi yukarıda değil, ikisinden de keyif alıyorum.
-Peki çocuk kitapları yazarken ön çalışma yapıyor musunuz?
İyi bir çocuk kitabı okuru olduğumu düşünüyorum. Önceden de çok severdim, seçiciyim bu konuda. Dolayısıyla iyi kitapları bulup okumaya çalışıyorum. Mesela “Fener Balığının Kayıp Işığı”nı yazarken -benim ilk çocuk romanım- uzun uzun fener balıklarını araştırdım. Hangi konuda yazacaksam tabii ki araştırma yapıyorum. İlk kitabımda kendimi test etmek istedim. Benim için romanlar bir mücadele aslında. “Ben, Babam ve Diğerleri”nde de öyle. “Ürkütücüler” ya da diğer çocuk romanlarımda da. İlk çocuk romanını yazarken bunu başarıp başaramayacağımı görmek istedim. Okumayı seviyorum ve ben böyle bir şey yazabilir miyim, diye oturdum ve ışığını kaybeden bir fener balığının, okyanusların altındaki arayışını yazdım. Bitirdikten sonra Doğan Egmont’a yolladım ve onlardan da çok kısa bir süre içerisinde olumlu bir dönüş alınca bir anda bu çizgide buldum kendimi. Şu an 20’nin üzerinde çocuk kitabım var. Ve zamanımın çoğunu okullarda, söyleşilerde geçiriyorum, yaratıcı yazarlık dersleri veriyorum. Söyleşiler, etkinlikler bunlarla geçiyor, çocuklarla iç içeyim zaten. Bu mecra bambaşka bir mecra gerçekten, çok keyifli. “Ben, Babam ve Diğerleri”ne gelecek olursak, kahramanımız bir kadın karakter. Daha önce başrolde kadın karakterin olduğu bir öykü ya da roman yazmamıştım. Dolayısıyla bu benim için bir sınavdı: Yapabiliyor muyum yapamıyor muyum görmek istedim. Yazarken böyle mücadelelere girmek hoşuma gidiyor. Yol hikâyeleri, korku hikâyeleri, fantazya, yeraltı edebiyatı, öyküler, romanlar yazdım. Değişik tarzlarda yazmayı seviyorum.
-Peki bundan sonraki hedef nedir? Onu belirlediniz mi?
Yine gerçeküstü, büyülü gerçekçilik tarzında, bir novella ve yanında 6-7 öyküden oluşan, ama bu sefer çok mizahi olmayan -biraz karanlık oldu- bir dosya hazırladım. Önümüzdeki sene yine Doğan Kitap’tan çıkacak.
-Siz hem çocuk kitapları yazıyorsunuz hem de baba evlat ilişkisinin irdelendiği bir kitap kaleme alıyorsunuz. Ben merak ediyorum sizi bu kadar çocuklarla içli dışlı biri olarak, sizin çocuğunuz var mı? Çocuk kitabı yazarken ona bazı şeyler danışıyor musunuz mesela?
Hayır çocuğum yok. (gülüşmeler) Gerçekten büyük sorumluluk. Yeğenim var benim 4 buçuk yaşında. O zaten benim çocuğum gibi. Az önce de bahsettim zamanımın çoğunu çocuklarla geçiriyorum zaten. Onun da bir etkisi var. Yeterince gözlem yapabiliyorum bu sayede.
-Farkındalığı yüksek bir baba olacağınız kesin.
Teşekkür ederim ama gerçekten büyük sorumluluk. Şu an düşünmüyorum, gündemimde yok. (gülüşmeler)
“ÇANTAMDAKİ ÖYKÜLER” DÜNYANIN RENGÂRENK BİR YER OLUNCA ANCAK GÜZEL OLABİLECEĞİNİ ANLATAN BİR ÖYKÜ KİTABI OLDU.
-Peki bundan sonraki çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz? Gerçi şu an yeni çıkmış bir kitabınız daha var.
“Çantamdaki Öyküler” Doğan Egmont’tan yeni çıktı. +12yaş grubu için bir öykü kitabı. Hindistan, Nepal, Tibet, Tayland, Kamboçya gibi ülkelere uzun soluklu yolculuklara çıktığım ve fotoğraf çektiğim zamanlara döndüm bu kitapta. Seyahatlerden edindiğim bilgilerle ve öğrendiğim şeylerle, orda çektiğim fotoğraflardan oluşturduğum bir hikâye kitabı. “Çantamdaki Öyküler” kitabında 10 tane fotoğraf var benim çektiğim ve bu fotoğraflardan her birine öykü yazdım. Bu öyküler ne anlatıyor? Bu öyküler kilometrelerce uzaktaki insanların yaşayışlarını, yolun ne kadar güzel bir şey olduğunu, yolculuğun, keşfetmenin, farklı kültürleri tanımanın, renkleri keşfetmenin ne kadar önemli olduğunu, her rengin ayrı bir güzelliği olduğunu, dünyanın rengârenk bir yer olunca ancak güzel olabileceğini anlatıyor. Bu aynı zamanda bir yetişkin kitabı da. Yetişkinlerin de sevebileceği bir öykü kitabı oldu bence. Maceraya çıkmayı seven insanların ya da hiçbir yere çıkamıyorsa onu hayalinde gerçekleştirmek isteyen insanlara göre bir kitap.
-Peki son olarak, kimleri takip ettiğinizi öğrenebilir miyim? En son kimi okudunuz mesela? Önerebileceğiniz isimler… Çocuk kategorisi de buna dahil.
En son okuduğum güzel kitaplar arasında “Uçan Minimini Kadın” var Giulia Coccehella’nın. Çocuklar için Çınar yayınlarından çıkmıştı, çok güzel bir kitap. Sahiplenmenin zararlarını anlatan bir kitaptı. Burcu Aktaş’ın “Vahşi Şeyler”ini okudum. Michael Morpurgo’nun “Kurdun Ağzında” kitabı yine Çınar yayınlarından çıkan nefis bir kitap çocuklar için. Çağdaş edebiyatta da elimden geldiği kadar son dönem öykücüleri, romancıları takip etmeye çalışıyorum. Son dönem okuduklarım arasında: Bülent Çallı’nın “Duman Otel”i, Deniz Poyraz’ın “Emine Hakkında Konuşulmayacak Şeyler”i, Gamze Arslan’ın “Çerçialan”ı, Mevsim Yenice’nin “Bilinmeyen Sular”ı, Melisa Kesmez’in “Nohut Oda”sı ve Engin Türkgeldi’nin “Orada Bir Yerde”si var öne çıkan. Dünya edebiyatından son okuduklarım: Fuminori Nakamura’nın “Hırsız”ı, Michel Faber’in “Yağmur Yağmalı” adlı kitabı ve özellikle Carys Davies’in nefis öykü kitabı “Kuytu”.
-Bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz sevgili Göktuğ Canbaba. Çok keyifli bir sohbetti.
Rica ederim, ben teşekkür ederim.