1949 yılında, yazar Wilhelm Emanuel Süskind’in çocuğu olarak doğan Patrick Süskind, edebiyat dünyasının yaşayan en gizemli yazarlarından biri. Alman edebiyatının olduğu kadar dünya edebiyatının da en dikkat çekici yazarları arasında yer alan Süskind, neredeyse hiç fotoğraf çektirmiyor ve yazarın, yok denecek kadar az röportajı bulunuyor.
Hakkında oldukça kısıtlı bilgiye sahip olduğumuz Patrick Süskind ile ilgili bilinen en net konu edebiyat ödüllerini asla kabul etmemiş olması. Münih Üniversitesi’nde Ortaçağ ve Modern Çağ Tarihi öğrenimi gören Süskind’in yazın hayatı da lisans öğrenimi sırasında başlamıştır. Üniversite yıllarında yazdıklarını yayımlamayı tercih etmeyen Süskind, hala serbest yazar ve düzeltmen olarak çalışıyor. Eserlerinin arasında romanların yanı sıra televizyon yapımları için senaryolar, denemeler, hikayeler ve radyo oyunları da yer alıyor. Süskind’in ilk çıkışı, 1981 yılında monolog olarak yazdığı Kontrabas (Der Kontrabass) isimli tek kişilik tiyatro oyunuyla olmuştur. 1985 yılında yayımlanan Parfüm (Das Parfum) isimli romanından sonra tüm dünyada ismini duyuran Süskind, kısa süre içinde en başarılı çağdaş yazarlardan biri olarak anılmaya başlandı.
Kitapları 20’den fazla dile çevrilen Süskind’in eserleri pek çok kez sinema ve televizyona da uyarlandı. Bunların arasında en ünlüsü, elbette 30’dan fazla dile çevrilen Parfüm oldu. Parfüm, kitapla aynı isimle, 2006 yılında Run Lola Run, Cloud Atlas ve The International gibi başarılı filmlere imza atan yönetmen Tom Tykwer tarafından sinemaya uyarlandı. Dünya klasikleri arasına giren ve post-modern edebiyatın en başarılı örneklerinden biri olan Parfüm, 9 yıl üst üste Der Spielgel’in çok satanlar listesinde kalmayı başardı. Kitap, aynı zamanda, tüm zamanların en çok satan Almanca romanlarından biri oldu.
Eserlerindeki incelikli tasvir ve betimlerle okuyucuyu hikayenin içine alan ve okuyucunun ana karakterle özdeşleşmesini sağlayan Süskind, tüm eserlerinde birey ve dünya ilişkisini farklı açılardan ele almış, boğulma/sıkıntı duygusu üzerinde durmuştur.
Romanlarında genellikle bir karakter ön plandadır. Karakterin birey olma ve olamama sıkıntısı, dünyanın boğuculuğu ve benlik kavramıyla ilişkisi dikkat çekicidir.