TANRI’NIN ELİ – Karaköy Mono

Ben on yaşlarındaydım. Futbola çok meraklıydım. Mahallede top oynardık, en sevdiğimiz oyundu. Bazı isimler vardı, onları özellikle çok kullanırdık. Bir arkadaşımız bir çalım yapsa Pele, diye bağırır, bir topu kurtaran kaleci işte Şümaayeerrr diye haykırırdı. Bu sesleri duymak bizi de coşturur, en özellikli, en teknik ya da çalım atan futbolcu kimse onun adını haykırmak için an kollardık. İşte Maradona onlardan biriydi ve en önemlisiydi.

Maradona, Maradona, işte Maradona… Böyle böyle çok çalımlar atıp goller attığımız olurdu.



O sene yaylaya çıkmıştık, meşhur Karadeniz yaylalarından birinde -Giresun, Bektaş Yaylası- bir süre kalacaktık. Bizim gibi Karadenizliler için her sene yaylaya çıkmak, bizim oraların tabiriyle yayla yapmak, çok önemliydi. Dünya Kupası da vardı. Çocuk, yeni yetme olmamıza rağmen sürekli top peşinde koştuğumuz için haberimiz vardı kupadan ve büyüklerimizden izin alıp Dünya Kupası’nı izlemek için can atıyorduk. Tabii yaylada televizyonumuz yoktu o zamanlar, kimsenin yoktu. Elektrik bile bazen olur bazen olmazdı. Ama kahvehaneler vardı yaylada. Bir sürü vardı, çünkü insanlar çay içmek, kağıt oynamak, özellikle de gürül gürül yanan sobanın başında ısınmak için kahvehanelere doluşurlardı. Nasıl izin alacaktık, kiminle gidecektik oraya. Özellikle Maradona’yı izlemek istiyordum herkes gibi. Top oynarken hep adını andığımız adam şimdi kupa maçında oynayacaktı. Heyecanımızı anlatmak mümkün değildi. Yanımızda yöremizde çobanından tut, köylüsü, bizim gibi yayla yapmaya geleni herkes maçı bekliyordu. Yine temiz hava, bol gıda almak, kafa dinlemek için yaz aylarını yaylalarda geçiren yaşlı amcalar… Benden üç dört yaş büyük bir abim vardı. Onunla bir yolunu bulup kaçacaktık kahvehaneye. Yasak bile olsa yine de bir serbestlik vardı yaylada, kahvehaneler için. Çoğu insan birbirini tanıdığından çocuk da olsan bazen müsaade ederler, girip ısınmamıza, televizyon izlememize bir şey demezlerdi. Bu sefer bizim de herkes gibi daha büyük bir mazeretimiz vardı ama. Kim ne diyebilirdi ki? Babam zaten işinde gücünde olduğu için o pek ilgilenmezdi. Mühim olan anneyi ikna etmekti. Birkaç kahvehaneyi kolaçan ettik. En düzgün tv neredeyse oraya gidecektik. Akşam olmak üzereydi. Abimle ben dışarda çimlerin üstünde oynuyor nasıl olsa da kaçsak diye düşüyorduk. Sonra patikadan aşağıya daha büyük abiler inmeye başladı. Onlar da maç izlemeye gidiyorlardı. İşte dedik, fırsat bu fırsat. Annem evin verandasına çıkmış oğlum gelin, gelsenize diye bağırıyordu… Biz de yok biz maça gidicez abilerle diye kaçmaya çalışıyorduk. Önce peşimize düşecek gibi oldu ama gelmedi. Biraz kızdı, bağırdı… erken gelin o zaman dedi. Maç da neymiş delisi misiniz siz diye söyleniyordu. Neyse yırtmıştık. Güle oynaya köpeklerin havlamaları eşliğinde indik kahvehanelerin olduğu yere. Akşam serin oluyordu doğal olarak. Etrafta konuşulanlara bakılırsa herkes Arjantini tutuyordu zaten. Millet İngilizlere gıcıktı. Sanki bizim milli maçımız gibiydi. Haydi Maradona yersin sen bunları, adamım Maradona, yürü be Maradona diyen pişpirik atıp maçı bekleyen yaşlı amcalar vardı. Bense abimle o kadar heyecanlıydı ki, içimden Maradona Maradona diye sayıklıyordum sadece. Oralet falan içiyorduk bir taraftan. Büyülü bir bekleyiş vardı. Herkes ne kadar çekinse de bu maçı alacağız, İngilizler görecek gününü diyen bir sürü insan vardı kahvehanede. Televizyona gelince, renkli gibi ama değildi aslında sadece daha beyaz görünüyordu her şey. Arada görüntü kayıyordu falan. Allahtan dışarıda yağmur fırtına yoktu. Maç başlamak üzereydi, sandalyelere çivilenmiş gibiydik. Kimseden çıt çıkmıyordu. Herkes boşalacağı anı bekliyordu, zincirlerinden. İçimizden dualar falan ediyorduk. Tuhaf bir şeydi. Arjantin nere biz nere!

MEXICO CITY, MEXICO – JUNE 29: Diego Maradona of Argentina holds the World Cup trophy after defeating West Germany 3-2 during the 1986 FIFA World Cup Final match at the Azteca Stadium on June 29, 1986 in Mexico City, Mexico. (Photo by Archivo El Grafico/Getty Images)

İlk yarı heyecanlı bir bekleyişle bitmişti. Ben acayip kaygılıydım. Hiç konuşmuyordum. Sadece kitlenmiş gibi Maradona’nın topa dokunuşunu, alışını, pas ya da çalım atışını izliyordum. İki üç kişi arasından nasıl, ne hareketlerle sıyrıldığını fark etmeye çalışıyordum. Millet kendi aralarında yorumlar yapıyor, alırız bu maçı alırız, bak gör Maradona neler yapacak ikinci yarı diyordu. Offf. Dayanılacak gibi değildi o anlar. Her şeyi unutmuş o saatlere kilitlenmiş bir mucize bekliyorduk. Tanrı’nın Elini, herkes gibi…

İkinci yarı başladı ve o El geldi. Tanrı maça müdahele etti. Dokundu. Biz mazlumların beklentisini boşa çıkarmadı ve zaten ara ara bir resitale dönüşen maçta Maradona’yı sahneye çıkardı. Hep birlikte ayağa kalktık, gol sevincimiz görünmeye değerdi. İşte, işte diyordu amcalar. Helal olsun be! Maradona büyük adam! İngilizlerin bu pis heriflerin hiç şansı yok! Bastır Maradona bir daha bir daha derken bu sefer yüzyılın golü geldi. O nasıl bir şeydi? O neydi? 

Orta sahadan alıp, iki üç kişi arasından zarif çalımlarla çıkıp son sürat önüne kim çıkarsa ekarte ederek, kaleciyi de geçerek atılan o muhteşem gol!

Eve nasıl dönmüştük, hatırlamıyorum bile. Annem azarlarken bizi biraz kendime gelebildim. Çocukluk hayallerim daha bir zenginleşmişti şimdi. Futbol kadar güzel bir oyun var mıydı acaba? Çalım atmak, gol atmak kadar güzel bir şey…

Hepimizi üzdü Maradona’nın ölümü. Onun gibi insanlar bize mücadeleyi, aşkı, oyunun güzelliklerini öğretti. Aykırı olmayı, korkmamayı…

Huzur içinde uyu Maradona!