Kendimi bildim bileli hep yazmak istedim. Her şey onun üstünde döndü. Yaşamımı kazanmak için pirinç tarlalarında su bekçiliğinden, traktör şoförlüğünden, öğretmen vekilliğine kadar; pamuk toplayıcılığına, oradan batöz ırgatlığına, tabelacılığa kadar çok işe girdim çıktım. Ama tek amacım yazmaktı. Hep onun için hazırlanıyor, yaşamla kitaplarla kendimi zenginleştirmeye çalışıyordum…
Çukurova doğumlu Yaşar Kemal’in romanlarında okurun gözünden kaçması imkansız başlıca konu değişimdir. Usta yazarın dilinden köyündeki kartalların, yaban hayvanların birkaç yılda yok olması, böceklerin kelebeklerin böylece bir dünyanın boşalması aslında doğanın yok olarak değişimini insan için büyük bir tehlike olarak görmüş, bu değişimden sonra insanların da huylarında değişiklik olduğunu dengesizliklerin başladığını ifade etmiştir.
İnsan kimdi doğa neydi? Merakı hepsiyle bütünleşip bunlara ek, düşle gerçeği aynı potada canlandırmak; küçük bir ot parçası, bir pınarın akışı, bir kelebeğin saatlerce kıpırdamadan bir dal, bir yaprak üstünde duruşu; kendi deyimiyle her böceğin, bir ağaçtaki her yaprağın, bir daldaki çiçeğin, her kelebeğin bir kişiliği olması ve hepsi Yaşar Kemal’e renkli hayaller kurdurmuştu. Usta yazara göre doğada her canlının bir macerası olmalıydı ve bunu kişiliğinin bir yansıması olarak saymamız mümkündü. Bir merakı doğayı yaşamaksa, onu gözlemlemekse ikinci merakı da insanları yaşamak insanları gözlemlemekti.
Romanlarını besleyen bir diğer konu ise sosyalizm olmuştur. İnsanların sömürülmesi, açlığı, çalıştıkları halde kazanamamaları, Yaşar Kemal’i derinden etkileyerek, romanlarında insanlığın bu inanılmaz adaletsiz durumuna başkaldırmıştır. Bir röportajın da “Beni insanlar okumalı, düş dünyam onların dünyasıyla bütünleşmeli,” diyerek Türk halkına seslenmiştir.
Yaşar Kemal’in “Bir dil bir dünya demekti,” sözüyle dile ne kadar önem verdiğini görürüz. Şiirde, düzyazıda bir dilin nasıl geliştirilmesi gerektiği üstünde epey kafa yormuş, daha ilkokuldayken artık Çukurova ağzıyla değil İstanbul ağzıyla konuştuğunu ifade ederek dilde en çok Karacaoğlan etkisinde kaldığını da eklemiştir.
“Dilin gücünü, onun gücünün sonsuz olduğunu denemelerimle o yaşlarımda bile kavramıştım. Dilin büyüsüne, sonsuz gücüne öylesine inandırmıştım ki kendimi, şimdi bile bütün insanlığı dilin kurtaracağını inanıyorum.”
Yaşar Kemal’e klasikleri ve Don Kişot’u tanıtan ünlü ressam Abidin Dino’nun ağabeyi Arif Dino olmuştur. Don Kişot’u okuduğunda çok etkilendiğini ve sosyalizmi esnek biçimde benimsediğini ve okuyunca “yeni bir dünya buldum” diyerek açıkça beyan etmiştir. Bir görüşmesinden şöyle bahseder: Bir gün Arif Dino bana klasiklerden yüzlerce kitap hediye etti. Eve götürüp paketi açınca üç tane Don Kişotla karşılaştım. İkisini aldım, bir yanlışlık olmuştur, diye Arif Dino’ya götürdüm. Fazla olmuş bir yanlışlık var dedim. Arif Dino ise yanlışlık değil, ömrünün sonuna kadar durmadan bu kitabı okuyasın diye sana üç tane aldım, dedi. Arif Dino ve Abidin Dino’nun dostluklarına çok bağımlıydım. Arif Dino’yu çok dinliyordum. Birçok müşkülümü de Abidin Dino’yla tartışıyordum. Şimdi de onunla birçok sorunumu tartışıyorum. Eğer bu bir bağımlılıksa, ben bu kadar bağımlıydım…
Abidin Dino’dan Sait Faik’in ilk romanı Medarı Maişet Motoru’nu alıp okuyunca hayran kaldığını dilini anlatış biçimini kendine model saydığını belirtir. Usta yazarın Sait Faik ve Nazım Hikmet anlayışlarına bir köprü kurduğu yazarların eserlerindeki toplumsal yaklaşımları etkilemiştir. Nazım Hikmet halkla aşılanmış, bu aşı onun dilini kültürünü geliştirmiş ve şaheserler çıkarmasına vesile olmuştur. Nazım Hikmet’in şiirleriyle çok erken yaşta karşılaştığını belirten usta yazar, Karacaoğlan, Dadaloğlu benim şairim olmuş, ona da Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Abdele Zeyniki gibi hayran kaldım diyerek eklemiştir. Türk edebiyatının simgeleriyle de kalmamıştır elbette. Bunlar benim önümdeki büyüklerdi, sözüyle Dostoyevski, Çehov, Tolstoy, Homeros, Cervantes ve Shakespeare tutkuları arasındadır. Özellikle Çehov’un sanat anlayışı onun dünyaya bakışını epey ilgilendirmiş, Charlie Chaplin’i de Çehovla bir tutarak bu şekilde gittikçe edebiyat bilincinin geliştiğini vurgulamıştır.
ÇUKUROVA / EDEBİYAT / YAŞAM
Usta yazar çocukluğunda köyde her gece köylülerin sohbete oturduklarını çoğunlukla Türkmen’in eski günlerini, büyük aşık Dadaloğlu’nu, Kozanoğlu başkaldırısını konuştuklarını ve bazı günler sabaha kadar kendisinin de eşlik ettiğini söyler. Duydukları ve köylülerin anlattıklarından etkilenerek masala da ilgi duyduğunu hatta bir görüşmesinde; o dönem tipik bir Kürt çocuğunun günleri nasıl geçerdi, sorusuna; çok masal dinlerdim, dinlerken kendimden geçerek… Dinlerken köyün çocuklarına bire bin katarak yeniden yaratarak anlatırdım, sözleriyle bir Çukurovalı çocuğun gündelik maceralarında hayallerini işlediği izler, köyünden, dinlediklerinden, ahalisinden oluşturduğu şeylerle roman dünyasını kurma anlayışının temelinin atıldığı söylenebilir.
Ömründe çok insanla karşılaştığını ve romanlarında çokça insanlardan örnek aldığını belirten usta yazar, “bütün insanlarımı ben yarattım” derken bile bunu bilinçli olarak yaratmaya çalıştığını ve gerçeği arama çabasının da bununla bağdaştığını vurgular. İnsanlara ait değerlerin yansıması Çukurova’dan esinlendiği anlamına gelerek kendi deyimiyle bir düş dünyası, bir anlatma dünyası kurmak yaşamının, etrafının nüvesidir. 1970’de yayımlanan Ağrı Dağı Efsanesi, dağ köylerinde geçmektedir. Kişilerin geleneklerine göreneklerine ve topraklarına çok bağlı olduğunu, romanda halk kültürüne epey önem verildiğini ve Ağrı Dağı’nın öfkesi denen türkülerin sürekli yinelendiğini görürüz.
Yine Çukurova’dan esinlenerek yazdığını ifade eden usta yazar, soyutu alıp somut hale getirme konusunda bir halkın dertlerini ve umutlarını seslendirmek pahasına yazmış olması, belki de tek Ağrı Dağı Efsanesi değil tüm romanlarının ortak yazgısı olmuştur. Yaşar Kemal’in bir görüşmede şunları da anlatması dikkat çekmiştir. “Herkes, benim bu romanı bir Türk ya da bir Kürt destanından aldığımı sanıyor. Alman kitapçım bile, romanı yayımlarken, bir Kürt destanından aldığımı yazmış. Niçin böyle yaptın, diye sorduğumda da şaşkınlıkla, bu bir destandan alınma değil mi diye sordu. Oysa ne böyle bir Kürt destanı ne de böyle bir Türk destanı vardı. Dili de hiçbirine benzemiyordu. Benim çabam bu romanda destan atmosferini çağdaş romanda denemekti.”
New York’ta bir konferansta niçin hep Çukurova’yı yazıyorsunuz, diye sorulduğunda, usta yazar bir çerçeve çizerek yalnızca kendisinin yazmadığını şu sözlerle vurguluyor: “Ben mi yalnız Çukurova’yı yazdım, şu dünya yazarları içinde Çukurova’yı yazan tek kişi ben değilim ki. Kafka da, Joyce da, Tolstoy da, Dostoyevski de, Çehov da, Balzac da, Stendhal de… Herkes Çukurova’yı yazdı. Ben gökyüzünden yere inmedim ki. Çukurova’da bir köyde doğdum, bir kasabayı, bir şehri bir toprak parçasının doğasını yaşadım. Kafka bir bürokrat takımı içinde yaşamasaydı Dava’yı, Şato’yu yazabilir miydi? Dostoyevski Petrogradı, Sibiryayı yaşamasaydı orada insanları yaşamasaydı, insan psikolojisini böylesine sağlıklı derinlemesine verebilir miydi?
YAŞAR KEMAL/ KEMAL SADIK GÖKÇELİ
Usta yazar 1951 Mayıs’ında Cumhuriyet gazetesine girdiğinde ilk röportajı için Anadolu’ya çıkarken Ankara’da oturan Abidin Dino’nun yanına giderek, ona sevinçle Cumhuriyet gazetesine girdiğinin haberini vermiştir. Cumhuriyete gazetenin sahibi Nadir Nadi ile dost olan Arif Dino önermiş, size çifte kavrulmuş yontu gibi bir delikanlı veriyorum demiştir. Yaşar Kemal Nadir Nadi hakkında şu sözleri ifade etmektedir: “Nadir Nadi Türkiye’ye gelmiş geçmiş en büyük demokrattı.”
Yaşar Kemal Cumhuriyete girdiğinde, yedi ay önce hapishaneden çıktığını ve yakalanma macerasını gazetelerin büyüterek yazdığını belirtmiştir. Tabii o zamanlar adı Kemal Sadık Gökçeli’dir. Abidin Dino, sen bu adla gazetede bir ay kalamazsın, polis seni öğrenir öğrenmez gazeteden attırır ve Nadir Nadi de seni koruyamaz demiş, orada adını değiştirerek Yaşar Kemal olmuştur. Ve Yaşar Kemal bu durumu son sözleriyle şu şekilde ifade etmektedir: “En büyük acım insanlara yalan söyledim. Adımı değiştirerek kendimi sakladım. Yaşamımda bunun kadar ağrıma giden bir şey olmadı.”
Hazırlayan: Nuray Mina