ALFRED ADLER’DE İNSANIN YERİ – Karaköy Mono

Adler insan sevgisinden sonra insan insanın ihtiyacıdır ilkesiyle kuramını geliştirerek insan toplumsal bir varlıktır görüşüyle sunduğu tezlerin, herkes tarafından bilinen kurallar olduğunu belirtir. Varlığın önemi hakkında kişinin toplumsal yeri, Adler tarafından benimsenen ilk kuraldır. Kitaplarında sürekli vurguladığı şey insanın toplumdaki yeri ve toplum yapısının kişiye nasıl yansıdığı olmuştur. Kişinin sosyal ilgiye karışamaması Adler’e göre, kişinin her şeyden önce kendisini düşünmesi ve çevresindekileri görememesidir. Bunu bireysel ve ortak ilerlemenin önündeki en büyük engel olarak görmüştür. Kişinin yalnızca kendinden başka diğer insanlara duyduğu ilgi sayesinde insani kabiliyeti gelişir. Adler konuşmak, okumak ve yazmak hep diğer insanlarla aramızda köprü kurmak içindir, der.

Esas olarak kendi çıkarlarının ve kişisel üstünlüklerinin peşinde olan bazı insanlar vardır. Bu insanlar yaşama öznel bir anlam yüklerler. Onlara göre yaşam sadece onlar içindir. Adler’e göre bu bir anlayış değil, dünya üzerinde başka hiç kimsenin paylaşamayacağı bir fikirdir. Ve böyle insanların toplumun diğer fertleriyle iletişim kuramadıklarını gözlemlemiştir. Adler bu duruma bir parantez açıp kendi çıkarlarını düşünmek için eğitilmiş bir çocuğun yüzünde boş bir ifade vardır. Aynı ifadeye suçluların ya da akıl hastalarının yüzünde de rastlarız. Diğer insanlarla bağ kurmak için gözlerini kullanamazlar, aynı şekilde görmezler. İfadeleriyle durumun önemine karşın, bağ kurmadaki bu başarısızlığı Adler pek çok nevrotik semptomda da görmüş; kızarma, kekemelik, cinsel iktidarsızlık ve erken orgazm olma gibi örnekler vermiştir. Bütün bunlar diğer insanlara ilgi duyulmadığı için onlara katılamamayı ortaya koyar.

Adler kuramında soyutlanmanın en uç noktası delilik olarak betimlenir. Eğer diğer insanlara ilgi duyulabilirse delilik bile tedavi edilemez değildir. Ancak, Adler’in varsaydığı intihar dışında diğer insanlardan uzaklaşmanın en büyük dışavurumudur. Adler; böylesi vakaları tedavi etmek bir sanattır. Hem de çok zor bir sanat. İfadelerini kullanmıştır. 

Bireyin evrendeki yeri doğduğu ilk günden şekillenmeye başlar ve sosyal ilgi tarafından zihinsel maceraları başlamış olur. Bireyin gelişim faaliyeti topluma dayanmaktadır. Toplumsal yapı bireyin bebekliğinde algılama yetisi ile çocukluğunda öğrenme durumunda merak, hissetme ve görüş alanları açar. Bu temeller hayatın her alanında çocukluğundan itibaren uzanan, kişiye özgü hareketleri modeller.

İnsan ilişkileri toplumsal ilişkiler içinde yaşayarak öğrenilir. Kişi ilişkilerden kendini soyutlarsa kişilik gelişimi durur. İnsan kişiliği ancak çevresiyle girdiği ilişkiler sonucu gelişir. İnsan doğası bu şekilde belirlenirken dikkat çekilen diğer nokta, kişinin toplumsal şekillenmeyle gelişmesi ve Adler’e göre kişinin iç dünyasında da gelişim göstermesidir. İnsan ilişkilerinin birinci evresinden ikinci evresi “Ruhsal Hayatın Sosyal Yönleri” tanımını yaparken bir insanın ne düşündüğünü anlayabilmek için diğer insanlarla ilişkisini incelemeliyiz, der. Bununla birlikte insanlar arasındaki ilişkilerin evrenin doğası tarafından belirlendiğini diğer yandan  toplumdaki ya da ülkedeki politik gelenekler gibi statik kurumlar tarafından da belirlendiğini savunur.

Adler’e göre sosyal ilişkileri anlamadan ruhsal etkinliklerin anlaşılması imkânsızdır. Şüphesiz Adler, insanı en iyi tanıyan ve insanı olduğu gibi görebilen psikologlardan biridir. Aldığı psikolojik eğitim ve evindeki psikiyatr insanı gözlemleme imkanı vermiştir. Kendine görev bildiği tek şey; doğru olduğunu ispat edemeyeceği hiçbir şeyi fikir olarak sunmamaktır.

Adler’e göre kişiliğin merkezinde bilinç vardır. İnsan bilinçli bir varlıktır ve bilinç bireyin amaçlarının ve davranışlarının düzenleyicisidir. Davranışların oluşumunda çevredeki gerçek olaylardan çok bireyin onları nasıl gördüğü ve yorumladığı önemlidir. İnsan kendi algılarını, eylemlerini, düşüncelerini ve görüşlerini oluşturma/biçimlendirme konusunda yeteneklidir ve bu yeteneğinin farkındadır. Adler, insan davranışları temelinin altında Freud’un görüşünü pek benimsememiştir. Kesin çizgilerle ayrıldığı nokta bilincin önemi ile ilgilidir. Freud davranışın bilinçdışı belirleyicileri üzerinde önemle durmuş Adler ise bilince önem vermiştir. Freud’a göre insan davranışı geçmiş yaşam deneyimleri tarafından belirlenir. Adler bu yüzden Freud’u kendine hiçbir zaman yakın hissetmemiştir. Kişinin gelecek için neler istediğinden şiddetle etkilendiğine inanmıştır. Çünkü ona göre bireyi değerli kılan şey amaçtır. İnsan amaçlarından ibarettir ve düşünceleri duyguları ve davranışları doğrudan amaca doğru şekillenerek içerik kazanır… 

Hazırlayan: Nuray Mina