Netflix’de geçtiğimiz günlerde sekiz bölüm birden yayınlanmaya başlayan Ugly Delicious adlı belgesel, gıdanın kimliği ile arasındaki ilişkiyi keşfederek gastronomiyi farklı bir bakış açısından değerlendirmemizi sağlıyor. Momofuku restoranın ünlü şefi David Chang ile dikkat çekici birçok şefin, yazarların, komedyenlerin ve sanatçıların ekibinde yer aldığı bu belgesel zinciri ile hafta sonunuzu keyiflendirmeye ne dersiniz?
“Pizza”, “fried chicken”, “barbecu” gibi ayrı temaları bulunan sekiz bölüm boyunca Chang ve ekibi özgünlük kavramını sorgularken popüler yemeklerin zamanla nasıl değiştiklerine bakıyorlar.
Her bölümün tek bir temayı ele aldığı belgesel serisi göç ve ırkçılıktan, kendine has kültürlerin karmaşık doğasına yolculuğa çıkarıyor bizleri.
Netflix şimdiye kadar Chefs Table‘ dan The Mind of Chef’ e herkese hitap eden gıda belgesel serileri ile ilgili başarılı işlere imza attı. Bunu yaparken ortak değerlere sahip yemeklerin farklı deneyimleriyle dünyanın kapılarını izleyicilere açtı.
İlgi çekici belgeseli Ugly Delicious ile bu gündemi daha da üst sıralara taşımaya devam ediyor. Yemeğin sadece yemek olmadığını bize gösteren bu seri ile izleyicilere her bölümü tek bir temayı ele alan farklı kültürleri sunuyor.
Dünyanın dört bir yanındaki lokantalarda ve evlerde çekilmiş çeşitli bölümleri tek bir konu etrafında bir araya getiriyor: özgün yemeklerden (pizza), daha hazırlık gerektiren temalara (BBQ), ya da çocukluk anılarına geriye dönüp baktıran soyut kavramlara (ev yemekleri gibi) kadar uzanır. Ancak belgesel “nasıl yapılır” gibi ipuçları vermiyor ya da gurme rehberliğine bürünmüyor. Bunun yerine, her konunun derinine inerek “bunun lezzeti iyi” den öteye giden bir fikir oluşturuyor.
Örneğin, “fried rice” bölümü, çok az fried rice içerirken bunun yerine daha çok Çin yemeklerinin mutfaklarda nasıl değerinin düşürüldüğünü ele alıyor. “Fried chicken” bölümünde bol miktarda fried chicken bulunurken çoğunlukla fast food’un ebedi cazibesi ve gıdanın bir zulüm aracı olarak kullanılmasına dikkat çeker. “Taco” bölümünde ise LA (Los Angeles) ‘de bir sokak taco’sundan, Arap tarzı ucuz bir taco‘a ya da pop-up restoranlara kadar varan sınırlar ve göçmen kimliklerin değişimini vurgular.
Bu belgeseli cazip kılan şey yemek kültürünün içinde bulundurması gereken özgünlüktür. İlk bölümünde bahsettiği özgünlük kavramının insanlar tarafından anlaşılamamasından “İnsanlar özgün diye tek bir şey istememelidir,” diye bahseder .
Ünlü şefin cömertçe sunduğu bu gastro sahne özünde yemeğin ne olduğu değil, onun ne anlama geldiğini ve yapılan seçimlerin onun anlamını nasıl değiştirdiği ile ilgilidir.
Chang’in görüşüne göre büyük bir şef, sadece bir malzeme ya da tekniği etkin bir şekilde kullanıp kalmayan, yemeği ve tarihini benimseyerek hissetmek isteyendir. Belki de özgünlük kadar belirsiz ama aynı zamanda çok daha esnek olan kendine has bir yaklaşımdır bu.
Bazı şeyler, onları kendine göre uyarladığın zaman özelleşir. Bununla ilgili Chang bir Tokyo şefin margherita pizza yapmasını izlerken “Bazı insanların İtalya’da yaptığından çok fikrinde, tezinde daha çok İtalyan” olan birinin yemek yapmasını hissettiğini söyler. Bu durumu Tokyo’lu şef daha sonra Japonca olarak “Napoli bana pizzayı verdi ben de onu kendi imajıma göre yapıyorum,” diyerek özgünlük kavramını açıkça ifade eder.