Nesrin Karavar ile ölümünün 100. Yılında Benito Pérez Galdós ve Tristana Çevirisi Üzerine – Karaköy Mono

Nesrin Karavar, Barselona Üniversitesi Doğu ve Arap Çalışmaları Yüksek Lisans Programında ‘Türkiye’ dersleri ile Çağdaş Türk Edebiyatı ve Türk Dili dersleri vermektedir. Aynı üniversitede bulunan UNESCO Kadın, Kültür ve Kalkınma Araştırma Grubu ve ADHUC Cinsiyet Teorileri Araştırma Grubunda doktora sonrası araştırmacısı olarak akademik araştırmalarına devam etmektedir.

Nesrin Karavar, özellikle İspanyol Edebiyatı için vazgeçilmez öneme sahip Benito Perez Galdos’un 100. yıl anmasında Türkçede ilk kez “Paris Yayınları” tarafından yayımlanan Tristana adlı, Luis Bunuel tarafından filme de çekilmiş, ünlü romanı ekseninde ona sorduğumuz soruları yanıtladı. Kendisine teşekkür ediyor, keyifli okumalar diliyoruz… 



1. Öncelikle hoş geldiniz Nesrin Hanım. Ben size en başta hemen Galdos nasıl bir yazardır ve İspanyol edebiyatı için önemi nedir onu sormak istiyorum…

Hoşbulduk, çok teşekkürler. Ama öncelikle şunu belirtmek istiyorum. Bu röportajın İstanbul Üniversitesi İspanyol Dili ve Edebiyatı öğretim görevlilerinden María Jesús ile yapılmasını tercih ederdim, hem bir İspanyol hem de Madridli olduğu için. Röportaj Türkçe olduğu için kendisini fazla zorlamamak adına bu röportajı kabul ettim. 

Benito Pérez Galdós dünya ‘şehir ve edebiyat’ yazarları içerisinde Madrid yazarı olarak tanınır. Her ne kadar Madrid şehir yazarı olarak tanınsa da Kanarya Adasında doğmuş (1843) üniversite için Madrid’e gelmiş ve ömrünün sonuna kadar bu şehirde yaşamıştır. İspanyol edebiyatı için önemi aslında İspanyol edebiyat tarihine bir utanç olarak geçmiş olması da bulunur. Nobel edebiyat ödülüne aday gösterildiğinde siyasi görüşlerinden dolayı Nobel ödülü almasını istemeyenler İsveç ile telgraflarla yazışmaya başlamış ve sonunda Nobeli almasını engellemişlerdir.

Tristana’yı okuduğumuzda -her ne kadar Luis Buñuel tarafından çekilen filmi Toledo sokaklarında geçmiş olsa bile- semt isimlerine, binalara kadar bilgilendirir şehirle ilgili okuyucuyu. Galdós’un romanları Madrid şehir ve yemek tarihi açısından çok önemli bir yere sahiptir. Son dönemlerde edebiyat ve gastronomi modası başladığı için -iyi ki başladı- bu anlamda da o dönemin yemek kültürünü olağanüstü bir biçimde yansıtır. 

Bu arada Galdós’un en sevdiği yemekler bizim mutfağımızda da yer alan nohut yahnisi, tavuk budu gibi Tristana roman mutfağında geçen yemeklerdi. Türk mutfağına yabancı olan yemeklerde vardı elbet: ‘Kızartılmış sarımsak çorbasına, tuzlu morina balığına, üzerinde pilav, hindi ve çam fıstıklı tekir balığına bayılıyorum.’ O dönemin önemli içme suyu merkezi olan Aspe’den şöyle bahseder: Aspe’nin o lezzetli suyundan galonlarla içiyorum’ diyerek bizlere aynı döneme ait İstanbul’un su klasiği olan Hamidiye sularını hatırlatır. 

Galdós, XIX. yüzyıl ikinci yarısından itibaren yeni İspanyol romanının kurucusu olarak İspanyol edebiyatının Dickens’ı olarak kabul edilir. İspanyol geleneksel roman anlayışını yeniden ele alarak Gerçekçilik akımını İspanya’da başlatan isimlerdendir. O kadar Gerçekçidir ki mesela Misericordia (Merhamet) adlı romanında başkahramanlar iki dilencidir. Bu kitabı yazabilmek için aylarca Madrid’in arka sokaklarında onlarla yaşamıştır. Mesela, olağanüstü bir şekilde roman koleksiyonu için sekiz bin karakter yaratmıştır: Hırsları, zaafları, merhametleri, acıları, kimlik değişim buhranları ile dönemin modernleşme sürecine girmiş olan Madrid dünyasını Tristana karakterinde de gördüğümüz gibi tüm bu karakterlerle gösterir. 

2. Peki bu dönem bize yabancı mı?

Elbette değil. XIX. yüzyıldan başlayarak günümüze kadar devam eden geleneksel-modern arası geçiş özellikle Ahmed Hamdi Tanpınar’ın İstanbul’u merkez alarak Nuran, İhsan gibi karakterler üzerinden her semti de aynen Galdós’ta olduğu gibi roman karakterleriyle birleştirip kimlik değişim bunalımlarını, savaş dönemini geleneği inkâr etmeden yeni dünya ile kaynaştırarak vermiştir. Mesela kadının konumu ile ilgili bu benzerliği Galdós Tristana’nın ağzından şu şekilde verir: ‘Yaşlı Don Lope bana öğretmeye zahmet bile etmedi. Ona gönül eğlencesi olayım diye satın alınan egzotik Çerkez kölesinden başka bir şey değildim ve onun için hoş, temiz ve içten olmam yeterliydi’. Bu cümlede Galdós’un diğer Avrupalı yazarlardan farklı olarak kadının konumu konusunda her iki dünyanın aslında birbirine benzediğini ve Avrupalı kadının gerçekte o dönemlerde bizlerden daha özgür olmadığını oryantalist olmayan bir bakış açısı ile gösteriyor. Burada da XIX. yüzyıl önemli kadın yazarlarımızdan Fatma Aliye’nin Türk kadınını evinde ziyarete gelen Avrupalı seyyahlara aslında dünyadaki hiçbir kadının özgür olmadığını anlatma çabaları geliyor. Tristana yine Fatma Aliye’nin bu görüşünü şu cümlelerde destekliyor: ‘Bu ahırda yaşamak bana göre değil. Benim sınırsız bir çayıra ihtiyacım var.’ Tristana karakteri yine aklıma Fatma Aliye’nin XIX. yüzyıl toplumsal değişimini Refet romanında Refet’in şerefli bir şekilde özgür olabilmek için öğretmenlik mesleğini elde edene kadar annesiyle iki kadın olarak verdikleri savaşı şu cümle ile dile getirir: ‘Özgür ve şerefli olmamı sağlayacak mesleğimi elime alacağım.’

3. Görebildiğimiz kadarıyla Galdós’un “Tristana” adlı eseri ilk kez Türkçeye Paris Yayınları tarafından kazandırıldı. Ve ayrıca bu önemli yazarın başka bir kitabını da göremiyoruz dilimizde. Bu eksikliği neyle açıklamak gerekir sizce?

Bunu elbette diğer yayınevlerine sormak gerekir. İspanyolcadan Türkçeye çevrilen eserleri takip edemiyorum fakat çoğu zaman öyle yazarlar görüyorum ki kendi ülkelerinde bile tanınmayan yeni nesil yazarlar. Elbette yeni nesil yazarlar da tercüme edilmeli fakat klasikleri bitirmeden kendi ülkelerinde bile tanınmayan yazarlara öncelik vermek biraz garip. Tabii bu durum Türk edebiyatı için İspanya’da da geçerli. Bazen kitapçılarda İspanyol veya Katalancaya tercüme edilmiş öyle Türk yazarlar görüyorum ki eve gidip Google’dan bakıyorum kim olduklarını öğrenmek için. Bir çevirmen arkadaşım bunun sebebini yayınevleri büyük kitap fuarlarında ellerinde kadehlerle karar veriyorlar hangi kitapların tercüme edileceğine dair diye cevaplamıştı. Her iki dil arasında yapılan tercümelere bakınca gerçeklik payı olduğunu düşünüyorum.

4. Tristana adlı roman gerçekten tam anlamıyla bir aşk romanı. Bazen bizim eski Türk filmlerinde de gördüğümüz melodramatik yapıya da uygun bölümler ya da bir karakterle karşı karşıyayız. Ancak iş bu kadar basit değil. Ana kadın karakter aslında çok önemli bazı değerleri de temsil ediyor; sadakat, sevgi ve daha önemlisi kadının toplumdaki yeri hakkında. Güçlü olmaya, kendini yetiştirip çok iyi yerlere gelmeye çalışan yani aslında kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan bir kadın… Kendi avantajlarını fark eden, zihnen de uyanan birisi. Yazıldığı dönem olan 19. yüzyılı da düşünürsek bizi ağlatma, duygusal etki altına alma gücü de olan bu romanın gerçekte kadınlar için bir varoluş mücadelesini anlattığını, aşka düşmüşken bile güçlü kalınabileceğine dikkat çektiğini varsayarak ilerici bir görüş taşıdığını söyleyebilir miyiz?

Modernleşme sürecinde Cumhuriyet Partisi tarafından milletvekili seçilerek (bu da Ahmet Hamdi Tanpınar ile olan diğer ortak tarafı) sadece romanlarına kurgu olarak değil bu yenileşme sürecine birebir katılmıştır. Romanlarının en büyük özelliklerinden biri yenilikçi Cumhuriyet Partisinde yer almasından dolayı kadın karakterleri güçlü ve merhametli bireyler olarak erkeklerle eşit konuma getirerek (Tanpınar’ın Nuran karakteri örneğinde olduğu gibi) ön plana çıkarması ve karşı çıktığı soylu sınıfı ile soylu olmayanları bir arada işlemesidir. Mesela, evin yardımcısı Saturna ve Tristana arasındaki ilişkinin modernleşme dönemi ile sınıf farkının da yavaş yavaş kalkmaya başlaması gerektiğini gösterir Galdós. 

Tristana romanı güçlü ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, toplumla sessiz bir şekilde savaşan yeni dönem İspanyol kadınını yansıtan romanlarından bir tanesidir. Geleneksel ve değişim çabası içerisinde olan kadın modelleri Tristana ve Saturna üzerinden sınıf ayrımı yapılmaksızın şu şekilde verilir: ‘Sanırım ben politikada başarılı olabilirdim. Hayır, gülme. Nasıl konuşma yapıldığını biliyorum. Bu gerçekten kolay.’ Saturna da geleneği temsil eden karakter olarak şöyle cevap verir: ‘Hayır, bunu yapmanız için erkek olmanız gerek, señorita! Bizlerin iç etekleri ayağımıza dolanır tıpkı ata binerken olduğu gibi.’

Ayrıca, değişmeye başlayan geleneksel İspanyol erkeğini sembolik olarak yaşlı ve maddiyatını kaybetmeye başlamış Don Lope karakteri üzerinden anlatır: ‘Kadim şövalyenin kokuşmuş eski inançları gereğince, Don Lope kadınları içeren herhangi bir şey söz konusu olduğunda ne suç ne de sorumluluk kabul ediyordu. Yakın arkadaşlarının eşlerine, hayat arkadaşlarına veya metreslerine hiç kur yapmasa da aşkta her şey mubah diye düşünürdü.’ Galdós, romanında Don Lope karakteri üzerinden sadece kadının rolünün değil toplumdaki erkek rolünün değişmesi için de çabaladığını gösterir ve Don Lope’yi özellikle ileri yaşlarda ve maddi olarak iflas etmiş, elinde kalan son şeyleri satarak hayata tutunmaya çalışan karakter üzerinden vermesi tesadüf değildir. 

5. Son olarak, Benito Peres Galdós’un hem romanlarında ele aldığı konular hem de dili kullanma ustalığı hakkında neler demek istersiniz?

1887 yılında yazdığı 872 sayfa olan Fortunata ve Jasinta (Fortunata y Jacinta) XIX. yüzyıl sonlarının Madrid günlük hayatını anlatan ve romanları içerisinde bugüne kadar üzerinde en çok çalışma yapılmış eseri ve diğer romanlarının özeti niteliğindedir. 

Madrid’in yoksul, orta halli ve aristokrat hayatını yansıtan, romana ismini vermiş olan güçlü iki kadın kahraman -Fortunata ve Jacinta- üzerinden Madrid’in popüler ve zengin semtlerini, çalışma şekillerini, evlerini, kıyafetlerini, yemeklerini tanıtan bir roman. Her iki kadın kahraman Juanito Santa Cruz’un yani Jacinta’nın kitap aşığı, entelektüel ve tüccar eşinin aşk kurbanlarıdır.

Galdós, değişen Madrid’i romanlarında kurgunun ötesine geçerek bu popüler semtlerde yaşayarak birebir anlatmıştır. Fortunata her bulduğunu yiyen yoksul bir sınıfa ait kadını, Jacinta ise zengin sınıfı temsil eder. Bu iki sınıfı kendi hayatında olduğu gibi birbirinden ayırmadan aynı mahalle ve hatta aynı ev içerisinde hizmetçiler, özel öğretmenler üzerinden sunar. 

Aynı dönem İstanbul’unda olduğu gibi Madrid-Paris treni ile artık Paris’e gitmek daha kolaylaşmış, kıyafetlerin renkleri biraz daha koyulaşmış, erkekler Paris modası etkisi ile daha hatları ortaya çıkaran pantolonlar ve ceketler giymeye başlamıştır. Kadınlar da erkeklerle beraber gri renkli elbiseler giymeye başlamışlardır. 

Romanın baş kahramanlarından aristokrasiyi temsil eden Santa Cruz ailesinin evi bir sokağın on iki balkonuna sahip edebiyat, siyaset toplantılarının yapıldığı ticaret ile uğraşan bir aile evi olarak Galdos’un sık sık kullandığı roman mekânı olarak aynı dönemde İstanbul’un büyük köşklerinde yapılan edebiyat ve siyaset toplantılarını hatırlatır. 

Bu eserin de karşılaştırmalı edebiyat alanında daha fazla çalışmaların yapılmasına imkân sağlamak ve ‘öteki’ diye öğretilenler ile edebiyat üzerinden aslında dünya değişirken hepimizin benzer hallerden geçtiğimizi görmek için -son aylarda pandemi örneğinde yaşadığımız gibi- Türkçeye tercüme edilmesi ümidi ile. 

Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkürler…