I.
Biraz geç kaldım. Umarım sıram geçmemiştir. Öbür geldiğimde çok beklemiştim. Bekleme salonunda benden başka iki kadın daha var. İkisi de çirkin. İçim rahatlıyor. Niye? Çirkin kadın sevilmez mi? Hem kim bilir neden buradalar? Her kadın benimle aynı sebepten gelmez ya. Çantamdaki kitabı çıkarıyorum. Okuyacağımdan değil. Karşımdaki duvarda çocuk masumiyeti taşıyan bir tablo… Pembenin birçok tonunda yuvarlak planlı evler… Bacasından çıkan duman gül yaprağı gibi kıvrılan şu evde oturanlar kim bilir ne kadar mutlu! Gökyüzünde mum çiçeğine benzer pembe halkalar onların kahkahaları olmalı. Ya şu dağın yamacında öbek öbek dağılan dumanlar? Adam kadının gerdanına takmak için tozlu köy yolunda yaban alıcı toplar. Kadınsa akşamın aynasında kırmızı bir meyve gibi kendini ağır ağır soyar. Sonra belki bir kuş gagalar bulutları. Pembe bir yağmur yağar. Onların bahçesinde hüznün en dokunaklı hali bu olmalı. Bir hastayı uğurlamak için odasının kapısını açtığında görüyorum onu. Koridor boyunca yürüyor. İlk defa çalıştığı alanın dışında, ev koridoruna benzer bir yerde onu görmenin heyecanı beliriyor içimde. O kadar sessiz ki burası, taş zeminde yürüyüşü bu sessizliğin dört tarafına pembe yağmur motifi olup dokunuyor. Kadının omzuna bir şal atıyor adam. Rakı kadehlerine kiraz atarken eski bir türküyü hatırlıyor kadın. İçerisi sıcak. Dışarı çıktığımda üşümeyeyim diye mantomu çıkarayım diyorum. Ya da üstümde kalsın. Mantoyu odasında çıkarırken belki bir dakika kârım olacak. Gözden kayboluyor birden. Gelip geçişi kiraz çiçeklerinin altında söylenmiş bir haiku gölgesi gibi kalıyor taş zeminin üzerinde.
Soyadımla hitap ederek uğurluyor beni. Teşekkürlerimi sunuyorum ben de. Mantomun düğmelerini ilikleyerek yürüyorum… Gökyüzünün kabından taşıyor akşam; her şeyin üstünü örtüyor. Şimdi Arnavut kaldırımlı bir ara sokak olmalıydı buralarda; ara sokakta köhne bir kahve… Kahvenin önünde toz pembe çiçekleri bembeyaz bir anı gibi saklayan karlı bir erguvan ağacı… Bu efkâr ancak orada işlenirdi bir sarraf inceliğinde.
Yolun öte tarafında yürüyen bir adam bana gülümsüyor. Kar yağıyor ince ince. Bembeyaz bir ninniyle uyutuyor çiçeklerini kiraz ağacı. Adamın yanında dört çocuk; kollarının arasındaysa bir Noel ağacı… Kadın adama bir şeyler söylüyor gülerek. Adamın unutuşu bende kalıyor. Kolları arasındaki Noel ağacına bakıyorum. Uzaklaşıyorlar. Uçsuz bucaksız bir çam ormanı uzuyor. Kopkoyu izler birikiyor ağaçların yeşilinde.
II.
Bugün o kadar hasta yok. İşim biter bitmez çocuklarla gidip noel ağacı alacağız. Küçük kızım süsleri bile tek tek sayıyordu sabah: Kar spreyli, simli noel baba, süs toplar… Ama kırmızı, küçük, kiraz gibi olanlardan, dedi.
Ben o kiraz ağacına çıkarken dünya küçülürdü ayaklarımın altında. Bu karınca kadar dünyadan uzaklaşıp fil kadar bir dünyanın tepesinde olmak için daha da çok tırmanmak isterdim ağaca. Annemin reçel yapmak için beklediği kirazlar kimin umurundaydı?
Reçetesini almaya gelen bir kadının ardından ben de iki dakika dışarı çıkıp çabucak odama dönüyorum. Sonra bir hasta giriyor içeri. Uzun bir soyadı var; muhtemelen yanlış telaffuz ediyorum. Sutyenini sedyenin kenarına bırakıyor. Parmaklarımla bastırarak kontrol ediyorum sağ memesini. Öyle bir sertlik yok. Seviniyor. Mamografi için daha erken. Aynı soruyu birkaç farklı biçimde soruyor. Söylediklerimi anlamıyor mu acaba? En son kestirmeden, çok iyisiniz, endişelenecek bir şey yok, diyorum. Tekrar sevinerek teşekkür ediyor. Gidip kapıyı açıyorum onu uğurlamak için.
Kar yağmaya başladı. İnternetten birkaç ağaca bakıyorum. Adrese teslim de ediyorlar ama çocuklar işte…
Yolun öte tarafında otobüs durağına doğru biraz önce muayene ettiğim kadın yürüyor. Göz göze geliyoruz bir an. Hafifçe gülümsüyorum ona. Bu durağın yerini de kaç kere değiştirdiler. Bir soran olduğunda insan nereyi tarif edeceğini şaşırıyor. Kar yağışı hızlanıyor gittikçe. Çocuklar elini tutuyor düşen tanelerin altına. Karımla Japonya’da tanışmıştık. Uluslararası bir kongreye ilk kez davet edilmiştim. Kongre binası da bembeyaz çiçek açmış kiraz ağaçlarının ortasındaydı. Kahve almak için sırada beklerken konuşmaya başlamıştık. İngilizce aksanımız nereden geldiğimizi ele verince sohbetin dili birden Fransızca olmuştu. Bu tanışmayı gülerek anlatıyor bana. Noel ağacını tutan elimin üşüdüğünü hissediyorum. Acele edelim, diyorum, kar daha da artacak. Bir de trafiğe yakalanırsak…