ROBERT MUSIL – Karaköy Mono

NOTLAR (17 KASIM 1935)

Deha Kavramı Üzerine. Dehanın kendi zamanının yüz yıl ilerisinde olduğu söylenmemeliydi. Bunu duymak insanları çok kızdırdı ve onları dahice olana karşı öfkelendirdi. O (deha) delileri de yetiştirmiş ve desteklemişti (çünkü). Ve ayrıca bu kesinlikle doğru değildir, ya da en azından kısmen doğru değildir; çünkü bunu istekleri ve bilgileri dışında yapsalar bile, dahi insanlar özellikle kendi zamanlarının ruhunu yansıtırlar. Ortalama insanın zamanının yüz yıl gerisinde olduğunu söylemek herhalde daha doğru ve anlamlı olurdu.

 Yeni bir ruh doğdu? Bu iddianın sanatçı kesimlerin sloganı haline gelmesinin üzerinden fazla zaman geçmedi; şimdi bu (iddia) talimli kitlelerin gururunu yansıtıyor. O zaman şöyle demek gerekiyor: Ruh hep aynı kalır, hatta kendi çelişkilerinde bile; ancak yaşayanlar ondan bazen çok, bazen az sebeplenirler.

Kahramanların kendini gösterebilmek için felaket ve talihsizliğe ihtiyacı vardır. Sıkıntı ve kahraman tıpkı hastalık ve ateş gibi birbirine aittir.

Kendinden fazla söz etmek aptallık sayılır. Bu yasak insanlık tarafından tuhaf bir biçimde aşılmıştır: şairler yoluyla!

İnsanlık genelde yasakladığı şeyler için istisnalar yoluyla kendisine mazeret yaratmaktan gayet hoşnuttur. Örneğin insanın kendini övmesi aptallığa değilse bile zevksizliğe delalet sayılır; ancak kitle, parti, dini cemaat, millet ve benzerleri olarak bir araya gelen insanlar kendilerini utanmazca övmektedirler. “Ben” yerine “biz” dedikleri müddetçe kendilerini övebilmektedirler. “Yalnızca bizim isteklerimiz haklı”, “yalnızca biz Tanrı tarafından aydınlatıldık” ya da “tarihi yalnızca biz biliyoruz”, işte söyleyebildikleri yalnızca bundan ibaret. Üstüne üstlük buna izin vermekle de kalmıyorlar, bunu iyi bir işaret olarak görüyorlar. Bu durumun artış gösterdiği dönemlerde şair(ler)in gereksiz ya da zavallı olarak görülmesi de oldukça anlamlıdır.

Bu oldukça dikkate değer bir göstergedir: “Akıllı bir adamdır”, (demek) kesinlikle bir övgü olarak kabul edilir. “İyi bir adamdır”, (demek de) övgü sayılır, ancak yine de kimi zaman belli bir yönde hafif bir kısıtlama da söz konusu olabilir: iyi eşittir aptal. “Zeki bir adamdır”, (demek) – bu o kadar çok anlama gelebilir ki, örneğin: anlayışlı biri – “zekâ canavarının” keşfedilmesinden çok önce bazı çevreler tarafından şüpheyle karşılanıyordu; buna örnek olarak Dostoyevski’nin “entelektüelleri” ya da “Batıcıları” gösterilebilir. Şöyle bir değerlendirmemiz de var: aptal olacağına kötü olsun, ancak: zeki olacağına iyi olsun. Bununla anlaşılması gereken, zeki olmanın akıllı olmakla tam da aynı şey olması ve bu aklın da aptal olmaktansa kötü olmayı yeğlemesidir. Yani durum burada iyice karmaşık bir hal alıyor.

Neşeli yazar: O kendini övmez, ancak onu yaratmış olan efendinin iyiliğini över. Bu da onun gösteriş yapma tarzıdır.

Gençlik en yeni olanı gözünde fazla büyütür, çünkü kendini onunla akran olarak görmektedir. Bu yüz- den onların dönemindeki en yeninin kötü bir şey olması iki katı bir talihsizliktir.

Çok satanlar. Değerli olanı tanımanın, onu bir kere tanıdıktan sonra değersiz olanı ondan ayırmaktan daha zor olduğunu düşünmemiz gerekirdi. Ancak sanat deneyimi ve elbette genel deneyim bize hep bunun tersini, yani belli sayıda insanı değerli olan üzerinde uzlaştırmanın, ilk fırsatta değersiz olanı onun (değerli olanın) yerine geçirmelerinden alıkoymaktan çoktan beridir daha kolay olduğunu öğretir.

Uygulamalı Edebiyat. Temel aldığı saf bilimden çok farklı olan ancak yine de bilim olan “uygulamalı” bilimler vardır; işte uygulamalı matematik, uygulamalı psikoloji ve teknik bilimler. Ancak aynı kurala uymasa da bir de uygulamalı edebiyat vardır. Buna kendilerinden kaynaklanmayan (belli) bir dünya görüşünü ve dünya tasarımını tebliğ eden ve yayan tüm yazarlar dahildir. Ayrıca onlardan daha aşağı konumda da etkili olmak, başarı kazanmak, tiyatroya geçmek ya da benzeri şeyler yapmak isteyen ve yazarın kendi çağdaşları için yazdığını ve kendini onlara göre yönlendirmesi gerektiğini kanıtlamaya çalışanların hepsi bulunmaktadır. Onlar hep vardırlar ve çoğunluğu oluştururlar. Onların kullanışlı olmaya ayarlanmış fikirlerini saf edebiyattan tümüyle ayırmaya çalışmak açıkça ne istediğimiz bir şeydir ne de böyle bir şey şimdiye kadar başarılabildi; ancak eğer bir süredir olduğu gibi (edebiyata) hâkim olurlarsa ve temelde yatan fark bilerek ya da bilmeden dikkate alınmaz ise, edebiyatın çöküşü durdurulamaz.

Müziğin Metafiziği’nde, Schopenhauer, müziğin içerisinde tüm dünyanın mevcut olduğunu söyler. Her şey müzik yoluyla anlatılabilir … “somut dünyanın bizzat kendisini aşacak bir anlaşılırlığa sahip genel bir dil.” İnsanlar arasında yalnızca bu dilde tam bir uzlaşma varmış. – İstisnai olarak iyimser olan bu büyük kötümser bir de sinemayı görseydi! İddialarının, istemeden de olsa, buna (sinemaya) da uyduğunu kendisine sorabilseydik ne kadar ilginç olurdu!

Erkek sorunu ve kadın sorunu üzerine: Kadının ve erkeğin ruhundan ya da “psikolojisinden” sanki bunlar iki ruh ve psikolojiymiş gibi çekinmeden / tereddüt etmeden bahsetmek mümkün değildir. Aslında biri haşin diğeri narin iki genel ruh hali arasında olanın dışında gerçekten temel bir farklılık neredeyse yok gibidir; sonuçta bizler, dişinin erkeklerin yapabildiklerinin çoğunu daha sınırlı bir ölçüde de olsa yapabildiği hayvanlardan geliyoruz: ve ruh da yapabildiklerimizle uyum sağlamaktadır. Bu sebeple de kuşkusuz onun (ruhun) bunlarla (yapabildiklerimizle) değişmesi ve kadın ruhunun bunu erkeklerinkine göre daha fazla yapması gerektiği beklenir; ancak ruh tümüyle değişmediği ve hepten pes etmediği için kadının asli ve doğal psikolojisinin yanı sıra bir de sonradan edindiğinin olmasına şaşmamak gerekir, neredeyse bir gerçek bir de sözde (psikolojisi) olduğu söylenebilir. Örneğin bir kadının içtenlikle beddua ettiğini duymak insana itici gelir; ancak bazen, özellikle de seyredilmediğini biliyorsa ve Yaradan ile baş başa kalmışsa burada dokunaklı bir doğallık görülebilir.

UYGARLIK (11 MART 1925)

Poincaré döneminde Paris (Ticaret) Odası’nın mali komitesinde silahlanma harcamaları üzerine raportörlük yapan bir Fransız senatör, Polonya ve Romanya’dan “yüzde” aldığı konusunda sorguya çekildi; omuz omuza durduğu gösterişli ordudan kalan birkaç kırıntı da onun çantasına dökülmüş. Ben bunu Avrupa uygarlığının güzel bir örneği olarak görüyorum. Poincaré’nin o zamanlar bu kişi tarafından önerilen kredileri kabul ettirmesinin yanı sıra ayrıca bir de Yugoslavya için de ilave yaptırmış olmasına da seviniyorum. Çünkü bu (durum) yine açık sözlülük ve dürüstlüğün sınırlarına gelip da- yanıyor. Tanrı’nın artık en güçlü taburların değil, en büyük bankaların yanında olduğunu çocuklar bile biliyor; eğer taburlar yalnızca silah sanayinin sahip olduğu bir (değerli) kağıtsa, o zaman bundan yüzde almak gayet sağlıklı bir durumdur ve bunların hemen borsada da işlem görmesi gerekir. Buna karşı çıkanlar yalnızca Avrupalı Romantiklerden geriye kalmış olanlardır. Büyük milletler hırsızdan çok haydut gibi davranırlar; onlar hırsız parmaklarını saklamak için yumruklarını sıkarlar ve buna muhakkak güzel nutuklar eşlik eder. Bu yüzden haydut hilelerinden böyle örnek alınacak bir biçimde vazgeçen ve tıpkı bir anıt gibi konumundan feragat etmek sizin kendisini onurlu bir hırsız olarak ifşa eden bu senatöre çok teşekkür etmek gerekir. Böyle bir örneğin değerini anlamak gerek. Örneğin şu an Paris’te belli tiyatro eleştirmenlerini satın alabilirsiniz, buna karşın bizde onlarla dostluk kurmanız gerekir ki, bu çoğunlukla daha can sıkıcı bir durumdur. Doktorlar, avukatlar, rahipler ve gazete- cilerin yalnızca para aldıkları kişilere destek vermeleri bizde de gayet anlaşılır bir şeydir; ancak eğer bir senatörü kazanmak istiyorsanız, o zaman (kısa zaman öncesine kadar; galiba sonunda bir değişim başlamış gibi görünüyor) yirmi kişiye çıkar sağlamanız gerekir ki, (ancak) yirminci kişi size kendi çıkarlarını düşünmeyen bir adamı tavsiye etsin. Bunun dürüst bir şekilde en uzun süre devam edip etmediğini bilmiyorum, ancak yine de uzun süre devam ediyor ve bu da zahmetli bir ödeme. Ve bizde çoğu alanda hala çağdışı bir değiş tokuş geçerli olduğundan, tümüyle ahlaki para trafiği kendini bir yerlerde çoktan kabul ettirmiş gibi görünüyor. Elbette aldanmamak ve özel yaşamda da tıpkı kamu yaşamında olduğu gibi kapsamlı ve eksiksiz olarak yürütüldüğü müddetçe, savaşla alçaklığın sona ereceğine inanmamak gerekiyor. Köpeklerin mükemmel burunları vardır, ancak biz insanlar birbirimizin yanından geçer gideriz ve tanınmamak isteriz. Bizde hala isteklerimiz için kuralsız ve vahşi bir fiyatlandırma mevcut ve bize ihtiyacı olanların bizi bulması katalog olmaksızın kitap bulmak kadar zor. Saf para çağında rakam sistemleri haline geleceğiz ve sonsuza kadar mutlu olacağız. Pisagor ve Platon’un hayal ettiği gibi, kendi kendine hareket eden sayılar (olacağız).