VOLODYA – Karaköy Mono

Merhaba Volodya. Geldim, Moskova’dayım, otele gidiyorum. Yarın uçuş hazırlıkları alanında görüşürüz.
*
Taksi otele doğru yol alırken gözlerim uzun zaman görmediğim caddelere, binalara kaydı. Özlemişim.
Babamın Büyükelçiliği görevi bitti biteli gelmemiştim. Sevinçten uçuyordum. Birazdan yakınından geçeceğimiz parka yaklaştıkça duygularım yoğunlaşıyordu. Ağaçlar sırrımızı biliyordu. Aşkımızın mabedi olan bu park sayısız peyzaj çalışmamın konusu olmuştu. Pek çok manzara ve detay ödevlerimi burada yapmıştım. Oradan bakarak izlediğim yıldızlar daima parlak görünüyordu.
Beni biz yapan Volodya’yı da bu parkta tanımıştım. Orta sınıf bir Rus ailesinin tek oğluydu. Güler yüzlü, cana yakın, pilot okulu öğrencisi ve Havacılık Kulübü üyesiydi. Çalışkan ve başarılıydı. Kozmonot olmak istiyordu.
Her akşam hava kararınca bu parkta buluşuyorduk. Boynumuz tutulana kadar gökyüzünü seyrediyorduk. Dünyadan çıplak gözle görülebilen takımyıldızlarını Volodya öğretmişti bana. En parlak yıldızlardan bir yol oluşturmuştuk kendimize. Hayalimiz kadar büyük; uzayın derinliklerinde bizi bekleyen Yıldızlar Şehri’ne giden bir yol.
Ben ressam olacaktım. Resimlerimdeki uzay motiflerinin hemen hepsini buradan esinlenmiş olacaktım. Yaptığım her resmin sağ alt köşesine imza yerine yıldız çizecektim.
Bir gün bu yolculuğu gerçekleştirecek; uzayın derinliklerindeki yıldızların arasında, yani aşk evrenimizde olacaktık. En büyük hayalimiz buydu. Yakında çıkacağımız bu yolculuğun gizemi, uzayda keşfedeceğimi düşlediğim harikalar şimdiden beni büyülüyordu.
Otele geldiğimde güneş çoktan batmıştı. Bir hayli de yorulmuştum. Zihnimde yarına dair görüntüler geziniyordu. Yattım. Gözlerimi kapar kapamaz Volodya’nın hayaliyle buluştum. Kollarına aldı beni. Başka dünyalara götürdü. Küçük uydular üzerinde parmaklarıyla şekiller çiziyordu.

 

*
Sabah uçuş hazırlıkları için Uzay Havalimanına geldim. Heyecanla bekliyordum.
Volodya düşünü gerçekleştirmiş; başarılı bir kozmonot ve uzay mühendisi olmuştu. Art arda gelen keşif çalışmalarıyla ünlenmişti. Zamanının çoğunu sıfır yerçekimindeki yapı projeleri üzerine çalışarak geçiriyordu.
Onu uzaktan görmüştüm. Kendinden emin adımlarla yürüyor, her adımında biraz daha yaklaşıyordu bana. Uzun boylu, atletik yapılı, yakışıklı bir adamdı Volodya. Üzerindeki kozmonot giysisi bedeninin zarafetini saklamıyordu. Deniz mavisi gözleri çok etkileyiciydi. Yaklaştıkça kalp atışlarım titreşime dönüştü.
“Hoş geldin. Ne kadar güzelsin,” dedi gülümseyerek ve beni kucakladı. Sözleri kelebekler gibi havada süzüldü. Cümlelerinde hayat buluyordum, ruhumun gizli kapıları açılıyordu.

*
Yerçekimsiz ortam alıştırmaları ve deneme uçuşları için laboratuvara girmiş, benim uçuş hazırlık programım tamamlanıncaya kadar çalışmıştık. Artık uzay gemisine geçebilirdik.
Rokete girmek kolay değildi. Simsiyah koridoru ve labirent benzeri tünelleriyle acımasız bir uzay canavarına benziyordu. Anlıyordum ki bu yolculuk tehlikelerle doluydu. Tıpkı duygu ve olgularla biçimlenen sevginin yolu gibi. Ne var ki benliğimizde köklü değişiklikler yapabilmek için gerekli cesaretin temelinde sevginin olduğunu biliyorduk. Bu duygularla yolculuğa adım atmıştık.
“Sevmeyi seçeriz,” demişti Volodya. Anlayarak dinlemeyi ondan öğrenmiştim. Sevginin eşsiz bireyselliğine saygı göstermeyi de. Bir kez iliklerime kadar inanmıştım koruyuculuğuna. Ve onu sevmeyi seçmiştim. Birlikte risk almayı istemiş, kaybedersem acı çekmeyi göze almıştım.
Rokete biniş partisinden sonra, özel kozmonot giysileri içinde uzay mekiğindeki yerimi aldım. Anlatamayacağım kadar heyecanlıydım. Küçük mürettebat da hazırdı. Görev hedefi belirlenmişti. Birden mekiğin çıkış işaretleri yandı. Böylece dönüşü olmayan yol çoktan başlamış oldu.
“Hazır mısın?” diye sordu Volodya.
Kendime güvenim tamdı.
“Hiç olmadığım kadar,” diye yanıtladım. Öyleyse “Yıldızlar bizi bekliyor,” diyerek roketi ateşledi.
Kısa bir süre sonra atmosferi aşmıştık. Işık yavaşça kayboldu. Uzaydaydık. Büyük bir sessizlik çöktü. Yerçekimi vücudumun üzerindeki etkisini kaybetmişti. Uzay boşluğunda yüzen bir embriyo gibiydik. Evreni izliyorduk. Volodya roketin kontrolünü mükemmel bir beceriyle ve büyük bir başarıyla sağlıyordu. Yıldızlar Şehri’ne ilerliyorduk. Uzay çarpıcı bir güzelliğe sahipti. Çılgın bir sürrealist ressamın fırçasına yakışacak görüntülerin içinden geçiyor; sıfır yerçekiminin tadını çıkarıyorduk. “ Şu anda üç yüz kilometre Asya’nın batısındayız. Orada on beş dakika içinde gün doğacak.” İşaret ederek “ O sönük yıldız Jüpiter. Onun tam aşağısında Yıldızlar Şehrimize ilerliyoruz,” diye bilgiler veriyordu Volodya. Ufukta Ay’ın kraterli yüzü görünüyordu. Dünya heybetle yükseliyordu. Milyonlarca kilometre boyunca ışık huzmeleri yayılıyordu güneşten. Arada derinden beyaz gaz bulutları fışkırıyordu. Görmeseydim bu güzelliği kavramam olanaksızdı. Artık ben de kendimi kozmonotlar gibi uzay vatandaşı sayıyordum.
Uzayın kesin olmayan sınırlarında, yıldızlı sonsuzluk üzerinde ilerliyorduk. Maddenin ellerinden kurtulmuştuk. Kendi aşk evrenimizdeydik.
Volodya bir süre şarkı söyledikten sonra gözlerimin içine baktı, ışıl ışıl gülümsedi ve bütün içtenliğiyle:
“Seni seviyorum…” dedi.
Büyük bir kıvılcımın içime düştüğünü hissettim.