Senenin sonuna yaklaşırken, günler yoğunlaşmaya, geceler uzamaya başlamışken, içimizi huzurla dolduracak seslere ihtiyacımız var! Bu sene yayınladığı “Hazineler İçindesin” albümü ile Lara Di Lara, işte tam olarak da ihtiyacımız olan huzuru bizlere o kadar güzel ve içten bir şekilde sunuyor ki! Biz de, ihtiyacımızın bu denli farkında olan Lara Di Lara ile bu sebeple konuşmak istedik. İşte o sohbet!

FOTOĞRAF MUHSİN AKGÜN
Müzik hayatınıza nasıl girdi?
Müzik hayatıma bebekken hatta annemin karnındayken girdi. Benim babam müzisyen, orkestra şefi. Herhalde en büyük etki oradan… Dolayısıyla ailede ben yokken müzik vardı. Ben onun içine doğdum, ilgim böyle başlayarak devam etti.
Müzik dünyasında şu an kendinizi nerede görüyorsunuz?
Ben kendimi yolun çok başında görüyorum. Son halini de bilmiyorum açıkçası. Ama hayatım boyunca bir şekilde müzik yapmaya devam ederken görüyorum kendimi. Hep müzik yapan bir insan olarak…
Bitmeyecek bir yol diyorsunuz…
Kesinlikle!
Müziğin içine doğmuşsunuz, işlerinize baktığımızda hepsi birbirinden çok farklı tarzda… Müziği bir bütün ve sınırsız olarak mı görüyorsunuz?
İçinden ne geliyorsa onu yapmak gibi değerlendirilebilir. Şimdi şunu yapacağım, daha sonra bunu, bunun için bu gerekir gibi değil de amacım; ne yapmak istiyorsam, o müzik neyse onu olabildiğince kendim gibi yapmak…
Birçok tarzda müzik yapmanız, sizin için en iyisini bulma yolunda bir yolculuk mu yoksa deneyim mi?
En iyi nedir bilmiyorum aslında… Öyle bir şey var mı, pek emin değilim. Hepsi birer deneyim, diyerek yol alıyorum. Kendini keşfetmek, farklı yönlerimi bulmak gibi… O yüzden müzikal olarak da farklı kulvarlarda bir şeyler deneyimliyorum. Bu da yaşamak gibi bir şey; nasıl zevklerin değişebiliyorsa, mesela küçükken kahve içmeyi sevmeyip şu an sevmem gibi(!)

FOTOĞRAF MUHSİN AKGÜN
Peki müziği nasıl tanımlarsınız?
Ben müziği varoluşsal bir şey gibi görüyorum. Bunu yapmasam başka bir şey yapamazdım, o yüzden bunu yapıyorum. Var olma sebeplerimden biri gibi geliyor bana. Tabii herkes için de değişiyordur müziğin tanımı.
Yaşadığınız coğrafyanın müziğinizin üzerindeki etkisi nedir?
Büyük şehirde yaşamak, Türkiye’de yaşamak… Anadolu topraklarında var olmak. Medeniyetler, farklı müzikler… Belki yüzde yüz olarak bu toprağa has bir şey yapmıyor gibi duyuluyor müziklerim. Ama eminim ki derininde etkileri var.
Çok karmaşık bir yapısı var Türkiye’nin, bu durum çıkacak olan müziği de etkiliyor sanırım…
Türk müziği denilen şey var gerçekten. Ama ben başka başka şeylerden de beslendiğim için sadece o değil benim müziğim. Ama burada yaşadığım için etkisini kendi içimde hissediyorum. Bunu, “şöyledir” diye tarif edemem, kendi süzgecimden geçtikten sonra müziğime de yansıyordur diye düşünüyorum.
Yeni bir şeyler denemeye çalışırken denedikten sonra “Hayır bu benim için uygun değil.” dediğiniz bir deneyim oldu mu?
Olmadı… Ben denemeyi çok seviyorum ve her yenilik bir şekilde bir katkı olarak dönüyor bana. Mutlaka garip anlar oluyordur ama onları da pozitif açılarından düşünüyorum. Bana göre olmayan şeyler mutlaka ki var ama çok alakasız olduğunu düşündüklerime dalmadım sanırım.

FOTOĞRAF MUHSİN AKGÜN
Neden insan sürekli yeni şeyler tecrübe etme isteğinde?
Bu bir keşif bence. Merak ediyorsun… Bilmediğin bir yola sapmak gibi… Orada aşağı yukarı ne olduğunu tahmin edebilirsin ama geçmezsen oradan, tam anlamıyla bilemezsin. O yüzden bu da böyle bir şey. Fark etmek, keşfetmek, deneyimlemek…
Şu an herkes yeni bir keşif içinde olayım düşüncesinde değil, bu da bir seçim. Peki şu an keşif için çabalayan insanların sayısı sizi doyuruyor mu?
Beni doyurmuyor açıkçası ben daha fazla, daha farklı, sınırları daha da zorlayan şeyler görmeyi duymayı arzu ediyorum. Buna kendim de dahilim… Ben de bunu yapmayı arzu ediyorum. O yüzden müzikal olarak çok fazla bir yenilik, bir farklılık gördüğümü düşünmüyorum. Var, yok değil ama daha da fazlalaşabilir.
Az sayıda olmasının sebebi ne peki?
Emin adımlarla ilerleme korkusu ile çok garantici davranmak olabilir. Çünkü çok zor bir yol. Dışarıdan kolay gibi görünüyor. “Aa ne güzel müzik yapıyorsun, çok eğlenceli” gibi tepkiler geliyor. Ama uzun bir süreç bu… Çoğu insan da bunu mümkün olduğunca kısaltmaya çalışıyor. Onu kısalttığı zaman da aslında kodlanmış şeylere başvuruluyor. En kolay ne varsa ona gidiliyor. O da birbirine benzer şeyler doğuruyor. Bu da kötü bir şey değil, bu da olmalı. Ama herhalde bundan dolayı bana farklı ve başka başka şeyler az, yetersiz gibi geliyor.
Popüler olana talep çoğunlukta olduğundan, “Dinlenmez zaten” gibi bir yaklaşım ve maddi kazanç da buna dahil olabilir mi?
Tabii… Elbette, hepsi. Ama dünyada da böyle. Popüler kültür, popülizm hep vardı. Hep var olacak. Sen bunun dışında bir şey yapmaya karar vermişsen o sularda gezmekte fayda var gibi gözüküyor. Çünkü seni o besleyecek, büyütecek, yanıltacak, öğretecek. Yine bir keşif söz konusu aslında. Eğer sen popüler olmayı, ünlü olmayı, hızlı yoldan para kazanmayı hedefliyorsan zaten bu ana akıma alternatif bir şey yapmıyor oluyorsun. Ana akıma alternatif bir şeyler yaparak da kendi popülerliğini -pozitif anlamda- daha çok insanla paylaşmayı, yavaş yavaş para kazanmayı, bundan geçinmeyi de sağlayabilirsin.
Bu anlamda uluslararası olarak bence bu isim, sınırları zorluyor dediğiniz bir isim var mı?
Hiatus Kaiyote. Onları başladıklarından beri takip ediyorum. Bence sınırları zorlayarak ve kendi yaptıklarından aslında çok ödün vermeden oldukça popüler bir yere geldiler ve bence bu güzel bir örnek. Bir sürü insan dinliyor onları ve onlardan etkileniyor. Little Dragon da öyle. Onlar da çok küçük bir grup olarak başlayıp küçük karavanlarına enstrümanlarını tıkıştırıp yola düşüp şimdi Amerika’da turneye çıkıyorlar. Ama özgünlükleriyle yapıyorlar bunları. İçinde mutlaka ki gelişiyor, değişiyor. Yer yer ben de düşünüyorum, “Çok pop bir şeylere mi kaçıyorlar yoksa bunu vardıkları noktadan dolayı mı yapıyorlar?” diye. Ama hep onlara has bir nokta buluyorum içinde.
Biraz da şarkılarınızın içeriğinden bahsedelim. Şarkılarınız doğaya bir teşekkür… Neden teşekkür etmeliyiz doğaya?
Her şey orada başlıyor da o yüzden. Ve tabii orada bitiyor. Her şeyi kapsayan güçte… Doğa benim için bu yüzden çok önemli. Çıkış noktam orası…
İçinde yaşadığımız şehir bu anlamda çok kötü bir noktada. İşlenmemiş, doğal kalan bir şey var mı diye soruyoruz devamlı kendimize ve birbirimize. Ve maalesef yok. Sanatçıların buna yer vermesi çok önemli…
Bunun farkında olmak bence de çok önemli. Doğadan beslenerek bir şey yapmak durumunda da değil tabii ki. Ama en azından insanların onu koruyup onun farkında olarak ilerlemesi gerekiyor…
Ceylan Ertem ile kardeş gibi olduğunuzdan ve kadın dayanışmasının öneminden bahsetmişsiniz. Sanatçılar genel perspektifte dayanışma anlamında neler yapabilir?
Kadın ve erkek fark olarak tanımlanması yanlış, eşit çünkü. Buna hep karşı bir duruş sergilenmesi lazım. Ne yapabiliriz? Biz müzisyen olarak kadın müzisyenlerle bir araya gelip bunu vurguluyoruz aslında her alanda yapılabilir bu. Biz parça yaptık, sahneye çıktık, birbirimize destek olduğumuzu gösteriyoruz. Çünkü bence bu çok güzel bir şey ve bundan kaçınılmamalı. Herkes kendince bir şey yapmalı… Bu şekilde ayrımcılıklar, baskılar da ortadan kalkar, kadın neyse odur, erkek neyse odur ve kim ne istiyorsa odur.
Müziğin daha ileriye taşınması için tavsiyeleriniz neler?
Müzik dünyasında destek çok önemli. Sadece müzisyenlerin birbirine destek olması değil dinleyicilerin de daha fazla katkıda bulunması gerekiyor. Çünkü sanat, çok kuvvetli bir şey. Öyle ki büyük sorunları bile değiştirebilecek güçte olduğuna inanıyorum! Konserlere gelmek, konsere geldiğinde bunu sadece eğlence olarak görmekten ziyade karşındaki sahnede ne anlatıyor, nasıl bir müzik yapıyor, bunu anlamlandırabilmek… Konser süresini karşılıklı doya doya yaşamak önemli. O yüzden katılım olmalı, ayrıca mekânlar organizatörler ve festivaller daha çok yer verebilir farklı farklı müzik türlerine, illa popüler olmak zorunda değil. Kısacası birbirimize destek olalım!