Tiyatro oyunları ve romanlar insan kalbinin en parlak eğilimlerini / heveslerini bize açarlar; hayalgücümüz ateşlenir, kalbimiz sakinliğini korur; en azından kalbin bu yolla kor haline gelmesi çok kısa sürer ve sonra pratik hayatın içinde tekrar soğuktan donar. Dürüst / onurlu yumruğun gösterişsiz iyi kalpliliğinin bize neredeyse gözyaşı döktürecek kadar dokunaklı geldiği o belli anlarda, belki de kapıyı çalan bir dilenciyle hırslı bir kavgaya tutuşabiliriz. Düşsel bir dünyanın yapay varlığının bizim gerçek dünyadaki varlığımıza zarar verip vermeyeceğini kim bilebilir? Aynı anda ahlakın iki en aşırı ucu arasında, melekle şeytanın arasında muallakta kalıyoruz ve iki ucun ortasındakine – insana – önem vermiyoruz.
Yakın zamanlarda duyduğum – ve büyük bir memnuniyetle kaleme aldığım – iki Almanla ilgili kısa bir hikayenin tartışılmaz bir avantajı var: bu gerçek bir hikaye. Umarım ki bu hikaye, siz okuyucularıma, Grandison ve Pamela’nın* bütün ciltlerinden daha samimi gelir.
Çok Yakın Tarihten Yücegönüllü Bir Davranış
Johann Christoph Friedrich von Schiller
(1759 – 1805)
Wrmb. Baronları olan iki kardeşin ikisi de genç ve çok güzel bir genç hanım olan Bayan von Wrthr.’ye, birbirlerinin tutkusundan habersiz aşık olmuştu. Her iki aşk da sevgi dolu ve güçlüydü, çünkü ilk aşklarıydı. Genç hanım çok güzeldi ve hissetmek için yaratılmıştı. Her ikisi de bu eğilimlerinin tam bir tutku haline gelmesine izin vermişlerdi, çünkü ikisi de kalpleri için en korkunç tehlikenin ne olduğundan habersizdi: kardeşinin kendisine rakip olması. İkisi de genç kıza erken bir itirafta bulunmaktan kaçındı, ta ki beklenmedik bir tesadüf sonucu sırları açığa çıkana kadar.
Herbirinin aşkı da çoktan en üst seviyeye kadar çıkmış, iğrenç zıddına göre insan soyunun neredeyse en feci şekilde harap olmasına sebep olan en bedbaht heyecan çoktan kalplerinin tümünü işgal etmişti, öyle ki hiçbir tarafın fedakarlık göstermesi mümkün değildi. Bu iki talihsizin üzücü durumlarını tümüyle hisseden genç hanım yalnızca birini tercih etmeyi göze alamamış ve kendi eğilimini kardeşliğin kararına tabi kılmıştı.
Filozoflarımızın her zaman hüküm vermeye hazır oldukları ve sıradan insanların oldukça yavaş teşebbüs ettikleri bu tereddütlü görev ve duygu mücadelesinde galip gelen fikir ağabeyden çıktı: “Biliyorum ki, benim kız arkadaşımı benim kadar ateşli biçimde seviyorsun. Eski hukukun kime hak verdiğini sormak istemiyorum. Sen burada kal, ben de dünyanın başka yerlerine gideyim, ben onu unutmaya çabalıyacağım. Bunu becerebilirsem kardeşim, o zaman o senindir ve cennet de senin aşkını kutsasın! – Eğer beceremezsem, o zaman, sen de git ve aynını yap!”
Ağabey hemen Almanya’yı terketti ve aceleyle Hollanda’ya gitti – ancak kız arkadaşının hatırası da onun peşinden geldi. Talihsiz adam, aşkının ikliminden uzakta, kalbini tümüyle mutlulukla dolduran, yalnızca orada yaşamak istediği yerlerden sürgün kalınca hasta düştü, tıpkı zorba Avrupalıların Asya’daki anayurdundan kaçırıp, yumuşak güneşten uzakta dostane olmayan bitki tarhlarında yaşamaya zorlanan bir bitkinin eriyip gittiği gibi. Ümitsiz bir halde Amsterdam’a ulaştı; orada çok şiddetli bir ateş yüzünden durumu iyice tehlikeye girdi. Biriciğinin hatırası çılgın rüyalarına hükmediyordu, iyileşmesi onun elindeydi. Doktorlar yaşamından endişe ediyorlardı; yalnızca sevgilisine tekrar kavuşacağı fikri onu ölümün ellerinden güçlükle alabildi. Yürüyen bir iskelet, yiyip bitiren kederin en korkunç tablosu halinde, memleketine geri döndü, merdivenlerde sevgilisine ve kardeşine yalan söyledi.
“Kardeşim, işte yine buradayım. Kalbimden beklediğim şeyi, göklerdeki Tanrı biliyor. Bundan fazlasını yapamam.” Sonra da kendinden geçip kendini genç hanımın kollarına bıraktı.
Küçük kardeşi de onun kadar azimliydi. Birkaç hafta içinde seyahat hazırlıklarını tamamlayıp kardeşinin karşısına çıktı: “Kardeşim, sen acını Hollanda’ya kadar taşıdın. Ben daha da uzağa götürmeye çalışacağım. Sana tekrar yazana kadar onu mihraba götürme (kilisede nikah kıyma)! Kardeşlik bunu gerektirir. Senden daha talihliysem, o zaman öyle olsun, o senindir ve cennet aşkınızı kutsasın! Elveda. Bu mühürlü paket sende kalsın, ben buradan gidene kadar onu açma! Ben Batavia’ya** gidiyorum!” Bunları söyledikten sonra arabaya bindi.
Geride kalanlar, sanki bir yarıları ölmüş gibi arkasından bakakaldılar. Küçük kardeş büyüklük göstermek hususunda ağabeyini geçmişti. Arkada bıraktığı ağabeyi hem sevgi duyuyordu, hem de içine en soylu insanın kaybının acısı çökmüştü. Hızla giden arabanın gürültüsü kalbinin gümbür gümbür atışlarına karıştı. Kardeşinin hayatından endişe ediyordu. Genç hanım ise – yo hayır! Bunu hikayenin sonunda söyleyeceğiz.
Paketi açıldı. Paketin içinden firarinin Almanya’daki tüm mallarının sayılıp döküldüğü eksiksiz bir liste çıktı, eğer küçük kardeşin Batavia’da şansı yaver giderse, ağabeyinin bu mallar üzerinde hak iddia etmesi gerekiyordu. Nefsini yenen kardeş Hollandalı tüccarlarla birlikte yelken açtı ve sağ salim Batavia’ya ulaştı. Birkaç hafta geçtikten sonra kardeşine aşağıdaki satıların yazılı olduğu bir mektup yolladı:
“Herşeye kadir olan Tanrı’ya şükrettiğim bu yerde ve bu yeni dünyada, senin ve bizim sevgilerimizi bir şehidin tüm sevinciyle düşünüyorum. Gördüğüm yeni şeyler ve karşılaştığım yeni kısmetler ruhumu yükseltti; Tanrı bana dostluk adına en büyük kurbanı vermek için güç bahşetti, Senindir – Tanrım! İşte bir damla gözyaşı dökülüyor, bu sonuncusu, tamam atlattım işte -, genç hanım artık senindir. Kardeşim ben ona sahip olmamalıyım, yani o benimle mutlu olamaz. Eğer böyle bir düşüncesi olsaydı, şimdi benimle olurdu – Kardeşim! Kardeşim! Onu senin gönlüne bırakmak çok zor. Onu ne kadar zor kazandığını unutma! Şimdi içindeki genç sevgi hissi sana nasıl davranmanı tembihliyorsa, o meleğe öyle davran! Ona, artık senin kollarının asla sarılamayacağı kardeşinden kalan değerli bir miras gibi davran! Elveda! Düğün geceni kutladığında, bana yazma! Benim yaram hala kanıyor. Bana ne kadar mutlu olduğunu yaz! Yaptıklarım Tanrı’nın beni bu yabancı dünyada terketmeyeceğinin kefildir.”
Nikah gerçekleşti. Evliliklerin en bahtiyarı bir yıl sürdü. – Sonra kadın öldü. Ölmek üzereyken en güvendiği sırdaşına kalbindeki en bedbaht sırrını açıkladı: Kaçıp gitmiş olan kardeşi daha çok sevmişti.
Her iki kardeş de gerçekten hala yaşıyor. Almanya’daki mallara sahip olan büyük kardeş tekrar evlendi. Küçük olanı Batavia’da kaldı ve başarılı, parlak bir adam oldu. Asla evlenmeyeceğine dair yemin etti ve bu yeminini tuttu.
———
(*) “Grandison”, ya da asıl adıyla “The History of Sir Charles Grandison (Bay Charles Grandison’un Öyküsü)” ve “Pamela”, ya da asıl adıyla “Pamela or Virtue Rewarded (Pamela ya da Ödüllendirilen Erdem)”, ünlü İngiliz yazar Samuel Richardson’un (1689 – 1761) mektup biçiminde yazmış olduğu iki romanıdır. “Pamela” 1740 yılında, “Grandison” ise yedi cilt halinde 1754 yılında yayımlanmıştır; Pamela’nın getirdiği başarı üzerine yazar 1742 yılında “Pamela in her Exalted Condition (Yüce Konumunda Pamela)” adlı iki ciltlik bir kitap daha yayımlamıştır.
(**) Batavia, Hollanda’nın Güney-doğu Asya’daki, günümüzde Endonezya topraklarına karşılık gelen sömürgesinin adıdır.