Orson Welles’in “rosebud”ı vardı, Buster Keaton’ın “Damfino”ları…* – Karaköy Mono

Bilenler bilir (her ne kadar sayı-ları çok az olsa da): Yapı Kredi Yayınları’nın Akşamlık dergi-sinde 52 hafta (10 Mayıs 2002-2 Mayıs 2003) boyunca “Küçük Kitap Müzesi” başlıklı bir sayfada yazının-kâğıdın-kitabın her şekline-her evresine ilişkin küçük-büyük/ciddi-komik/önemli-önemsiz/eğlenceli-dokunaklı her şeyden söz etmeye çalışmıştım. (Sayfamın ve adının esini vaktiyle Gergedan dergisinde yer alan ve isim babası herhalde Enis Batur olan “Küçük Totem Müzesi”.) Karaköy Mono için sürekli yazmam önerildiğinde o sayfayı devam ettirmeyi düşündüm. Bu sayfanın hikâyesi bu.

Bu gecikmiş “sebeb-i telif”ten sonra, gelelim bu sayının konusuna. Bu sayıda kâğıt değil de bildiğiniz teneke üzerine basılmış resim ve yazılar söz konusu: Sessiz sinema döneminin “The Great Stone Face” yani “Büyük Taş Surat” lakaplı gerçekten büyük oyuncusu Buster Keaton’ın (1895-1966) bir DVD setinin kutusu.

Seti vaktiyle büyük bir kitap-kırtasiye-video-müzik-oyuncak mağazasının DVD bölümünde indirimli ürünler arasında buldum. Gözüme ilk çarpan, kutunun biçimi oldu tabii ki: Üstündeki fotoğraf tam oturmamış olsa da, Keaton’ın meşhur şapkasıyla bir pozunun silueti. Üstelik tam bir kelepirdi, kaçırmadım.

* “Damfino”lar için ipucu: International Buster Keaton Society’nin sitesine girip sağı solu kurcalayın, öğreneceksiniz!

 

Dört DVD’de 1917-23 arasından seçilmiş üçerden on iki kısa ve orta metraj film içeren setin iki de hediyesi var: Biri fotoğraf, biri çizim, kartpostal boyutunda iki Keaton portresi.

Benim gördüğüm ilk Buster Keaton filmi, ölümünden bir yıl önce çekilen son uzun filmiydi: Due Marines e un Generale. Yönetmen: Luigi Scattini; “İki Bahriyeli ile Bir General”.

(İnternetteki sinema sitesi IMDb’de filmin Türkçe adı Bıdık ile Düdük Gönüllü Kahramanlar olarak görünüyor: http://www. imdb.com/title/tt0061599/. Ben filmi galiba Yavru ile Kâtip Gönüllü Kahramanlar adıyla seyrettim. Bu isim farkının nedeni- ni bulmak için sizin de internette biraz eşinmeniz gerekecek.)

Keaton, başrolü İtalyan sinemasının (ülke dışında pek tanınmasa da) Altan Erbulak ve Erol Günaydın’ın büyük ölçüde tuluata dayanan harika seslendirmesiyle (http://www. posta.com.tr/artist-gibi-degil-memur-gibi-yasadim-haberi-21012) Türkiye’de de çok popüler olan “Yavru ile Kâtip” (Franco Franchi ile Ciccio Ingrassia) ikilisiyle başrolü paylaştığı bu filmde bir Nazi generalini canlandırıyordu. (Spoiler verip filmi henüz görmemiş olanların seyir zevkini kaçırmamak için susuyor ve sözü değiştiriyorum:)

Keaton’ın yıllar sonra görme fırsatı bulduğum eski bir uzun filmi olan The General’da (1926; General) ise başka bir “General” vardı: Bir lokomotif! Keaton bu filmde, Amerikan İç Savaşı’nda, “General” adını verdiği lokomotifi Kuzeyliler tarafından kaçırılınca tek başına onu kurtarmak için tek başına düşman saflarına sızan Güneyli tren makinisti Johnnie Gray’i canlandırıyordu. Bu filmde Johnnie’nin iki aşkından biri olan General’le yakınlığı, bana eskiden beri Nâzım Hikmet’in Süleymaniyeli Şoför Ahmet ile “üç numrolu kamyonet”ini anlattığı şiirin bitişini hatırlatır:

“Hiçbir zaman

böyle merhametli bir ümitle sevmedi

hiçbir insan hiçbir aleti…”

Bir de yıllar sonra Can Baba’nın (tabii ki Can Yücel) bu şiire meş- rebince bir cevap gibi yazdığı “Dinar Yolunda Devrilen Bir Fordun Şoför Ahmet İçin Yaktığı Ağıt”ı:

“Her şeye razıydım

sırf anlayasın diye

Nemene şeydir sevgi

Böyle bok yoluna gidecektin madem

Bari ben çiğneyeydim seni”