TÜYAP ÜZERİNE SOHBETLER: “İYİ Kİ VARSIN EDEBİYAT!” – Karaköy Mono

Albert Camus, “Umutsuz bir edebiyat ne demek olabilir? Umutsuzluk susar. Kaldı ki susmak bile, eğer gözler konuşuyorsa, bir anlam taşır. Gerçek umutsuzluk can çekişme, mezar ya da uçurumdur. Umutsuzluk konuştu mu, hele yazdı mı, hemen bir kardeş el uzanır sana, ağaç anlam kazanır, sevgi doğar. Umutsuz edebiyat sözü birbirini tutmayan iki sözdür.” der ve devam eder, Çünkü edebiyat olan her yerde umut vardır…”

Albert Camus’nün sözleri bizlere “İyi ki varsın edebiyat” dedirtiyor, özellikle umudumuzu bir an olsun kaybetmememiz gereken coğrafyamızda…

İşte TÜYAP Kitap Fuarı da bu üç kelime ile açtı kapılarını: “İyi ki varsın edebiyat” Az ve öz, edebiyata teşekkür ve minnetle…

Fuar, gelenekselleşerek ve gittikçe büyüyerek kitapseverler için yılın en önemli etkinliği olma özelliğini taşıyor 36 yıldır. Uzaklık kavramını silmiş hafızalardan. Uzun yıllardır, lokasyonu Mars’a daha yakın diye tanımlanan, Beylikdüzü’nde ağırlıyor konuklarını.

Yayıncılar, kitapçılar, yazarlar ve okurları bir araya getiren fuara dördüncü gününde gitme fırsatı buldum. Metrobüste yanımda oturan kişiye TÜYAP’a gideceğimi ve nerede inmem gerektiğini sorduğumda “son durak” diyerek “Dışarıda korsan bilet satıyorlar, oradan bilet satın almayın“uyarısıyla, indiğimde ise büyük puntolarla “Dışarıdan bilet satanlara itibar etmeyiniz” yazılı panolarla karşılaştım. Ardından kapıya doğru yöneldiğimde daha çok çocuklardan oluşan uzun kuyruğun sonuna konumlanarak beklemeye başladım.

İçeri alındığımda sanata açılan kapıdan bir “Ütopya”yanın içine girdim. TÜYAP Kitap Fuarı‘yla eşzamanlı düzenlenen ARTİST Uluslararası İstanbul Sanat Fuarı’nı da görmeden olmazdı! Bu sene Ütopya teması ile sanatseverleri ağırlayan fuar, eserleri ile oldukça dikkat çekiciydi. Çıkış yolunu bulmak için çabalarken bir labirentin içinde buldum kendimi. Aynı alanın etrafında 2-3 kez dönmüşümdür ama sonunda arayışım nihayete erdi ve kitap fuarına ulaştım!

ARTİST Uluslararası İstanbul Sanat Fuarı

Oradan oraya koşturan çocuklar, ellerinde listeleri ile dolaşan insanlar, stantlarda okurlar ile sohbet eden yayıncılar… Ve edebiyat sohbeti anonsları… Benim ise elimde sorular ve görüşeceğim yayınevlerinin listeleri… Uzun yıllardır İstanbul Kitap Fuarı ve birçok kitap fuarına katılım gösteren yayıncılarla fuara dair gözlemleri, şikâyetleri, önerileri, duyguları hakkında konuşmak için yola koyuldum.

“Bütün çabamız edebiyatı sevdirmek olmalı”

İlbay Kahraman

İlk durağım, Ayrıntı yayınlarının standı oldu. Ve edebiyatın hayatındaki önemine “Günlük yaşamda konuşmayı, yazmayı, düşünmeyi edebiyata borçluyum. Beynimi kullanmayı edebiyata borçluyum. Daha birçok şey… Borçlu olduğum bir şeyi tabii ki çok seviyorum. İyi ki var. ” sözleri ile değinen yayınevi sahibi İlbay Kahraman ile tanışmamızın ardından sohbetimiz başladı.


“Çocuklar buraya aç geliyorlar, karınları doymuyor. Birisi gidiyor, parası var. Doyurucu bir yemek yiyor. Öbürü ona uzaktan bakıyor.”


Fuarın okur, yayınevi, kitabevleri açısından önemi nedir?

Okuyucular kitapları burada görmek ve istedikleri kitapları daha uygun fiyatlara almak istiyorlar. Yayınevleri yani bizim açımızdan bakarsanız, panayır gibi, kitapları satmaktan yanayız. Bana göre nasıl olması gerektiğini sorarsanız, bu panayırdan bir an önce kurtulmamız gerektiğini düşünüyorum.

Neden böyle düşünüyorsunuz?

Burada özellikle öğle saatlerinden önce çok sayıda çocuk görüyorsunuz. Bu çocukların bir kısmı tezgâhlardan yürürken bir kısmı tezgâhlardan uzak duruyor. Okullar bu çocukları getiriyor ama bu çocukların ekonomik durumları aynı değil. Yoksul öğrencilerin cebinde 1 lira bile yok. Yakından da bakamıyorlar çünkü tezgâhtaki elemanların onları tersleyeceğini düşünüyorlar. Öbürlerinin de cebinde parası var, parası olanlar geliyor. Şundan şundan bana ver, diyor. O çocukların ruh halini düşünün. Bunu biz yaratıyoruz. Çocuklar buraya aç geliyorlar, karınları doymuyor. Birisi gidiyor, parası var. Doyurucu bir yemek yiyor. Öbürü ona uzaktan bakıyor.

Buna nasıl bir çözüm bulunmalı?

Birinci olarak bu çocukları bu haliyle buraya getirmemek lazım. Çünkü biz çocukları kullanıyoruz, fuar kullanıyor, TÜYAP kullanıyor. TÜYAP her yıl diyor ki, “250 bin çocuk” yani gelsin de nasıl gelirse gelsin. Bu çocuklar buraya geliyor. Belli bir süre sonra yoruluyor. Yurt dışında bu iş böyle değil. Göteborg Fuarı, çocuk kitapları fuarıdır. Orada tüm stantlarda çocukların dinleneceği alanlar, ayrı tuvaletleri vardır, bütün stantlar çocuklara ikramda bulunur.

Özellikle değinilmesi geren bir diğer nokta da normalde fuar dediğimiz perakendeci fuarı olmamalıdır. Burada bizim satış yapmamamız lazım.

Yayınevlerinin satış yapması neyi engelliyor?

Satış yapan kitapçıları engelliyoruz, onlar 1 ay boyunca iş yapamıyorlar. Hele Anadolu’da… Siz Kayseri’de fuar yapıyorsunuz. İnsanlar, 3 aylık, 5 aylık kitap ihtiyacını alıyor. Bir daha da kitapçıya uğramıyor. Kitapçı da zarar ediyor ve kapatıyor.  Anadolu’da artık kitapçı kalmamış durumda. Niye? Bu politikalar nedeniyle.

Peki yayınevlerinin fuardaki rolü nedir?

Okuyucunun taleplerini zenginleştirmemiz, okuyucuların taleplerine açık reseptörlerimizin olması lazım. Bunlar olmadığı için fuar senelerdir bu yolda ilerliyor. Bizim yapmamız gereken, okurla yazarı buluşturmak. Stantlarda biz ne yapıyoruz? Yazar geliyor, okur kitabı satın alıyor, yazar, “Adınız neydi?” diyor, sonrasında teşekkür ederim, parasını da aldık, hadi yallah. Oysaki biz edebiyatı sevdireceğiz, yazarla sohbet edeceğiz. Belki de bir şeyler yazıyor ve yolun başında, yazardan bir şey öğrenmek istiyor. Ne yapmalıyım? İyi bir romancı olmak için ne yapmalıyım? Büyük bir romancıyla ilk defa karşılaşıyorsunuz ve bu büyük bir şans. Ona gidip merak ettiklerini sorması lazım, değil mi? Ama bir bakıyorsunuz kuyruk beş yüz metre. Yazar ve okur arasında bir dakikalık sohbet gerçekleşiyor yalnızca. “Nasılsınız? Ben size hayranım” ”Teşekkür ederim” muhabbet bundan öteye gidemiyor. Oysaki fuarların amaçlarının bu olmaması lazım.

Okuyucular bunu sağlayamaz mı?

Okuyucu da buna ilgi duymuyor. Okuyucunun ilgisi olmalı ki bizi disipline etsin. Diyelim ki okur, böyle bir yazar imza toplantısına geldi. Arkadaki kalabalığı hiçe sayarak “Ya bir dakika ben sizinle biraz sohbet etmek istiyorum.” Arkaya dönüp, “Kusura bakmayın arkadaşlar ben kaç kilometre yol kat ettim. Bu yazarla 10 dakika sohbet etmek istiyorum” deme cesaretini gösterirse arkadaki insanlar da sabretmeyi öğrenir.

TÜYAP’ta geçmişten günümüze neler değişti?

Hiçbir şey değişmedi, sadece fuarın alanı genişledi. Eskiden daha dar bir alandaydı. Hatta bana sorarsanız oradayken daha iyiydi. İşten çıktığımızda her gün gidiyorduk, en azından birbirimizle konuşma şansı yakalıyorduk. Buraya gelmek için git gel ile günün 4 saatini yolda geçiriyorum, verimli olabilir miyim?

Haklısınız, bu kadar uzak olmasına rağmen rakamlar ziyaretçi sayısının oldukça fazla olduğunu gösteriyor.  Hal böyleyken kitaba olan talep ne durumda?

Kuru kalabalık ama kalabalık arttıkça bize gelen müşteri sayısı da artış gösteriyor haliyle. Diyelim ki standa 100 kişi uğruyorsa 10 kişi alışveriş yapıyor. 1000 kişi uğruyorsa 100 kişi… Dolayısıyla bir artış tabii ki söz konusu.

Büyük salonlarda hep büyük yayınevlerinin stantları ile karşılaşıyoruz, küçük yayınevlerine yer açılması gerekmez mi?

Buranın bir bedeli var. Bu standın bize 10 günlük maliyeti 60 bin. Küçük yayınevi fuar boyunca 6 bin liralık bir satış yapacak, 60 bini verebilir mi? Veremez. TÜYAP küçük yayınevlerini büyük alanlara taşımak için bir girişimde bulunmadığı gibi her yıl yüzde 10 zam yapıyor. Siz itiraz ettiğinizde, “Oraya rağbet eden 10 tane müşterim var, istediğiniz an gidebilirsiniz, ben yerinize insan bulurum” diyor. Tamamen ticari bakılıyor.


“Biz rol çalıyoruz, kitapçıların yapacağı işi direkt biz yaparak kitapları depomuzda eritmeye, birinci elden satmaya çalışıyoruz. Bu Türkiye’ye özgü bir şey, yanlış… Ama yanlışı bile bile yapıyoruz. Bütün çabamız edebiyatı sevdirmek olmalı.”


Bu tür fuarların edebiyatı sevdirmeyi amaç haline getirmiş olması gerekmiyor mu?

Gerçekte böyle olması lazım. Fuarların okuyucu ile yazarı, kitapçıyla yayınevini buluşturması gerekir. Doğru olanı bu. Ama başta da söylediğim gibi burası bir panayır. Biz rol çalıyoruz, kitapçıların yapacağı işi direkt biz yaparak kitapları depomuzda eritmeye, birinci elden satmaya çalışıyoruz. Bu Türkiye’ye özgü bir şey, yanlış… Ama yanlışı bile bile yapıyoruz. Bizim amacımız edebiyatı sevdirmek. Bütün çabamız bu olmalı… Çünkü siz okumayı ne kadar severseniz bana yönelme şansınız o kadar artar.

Daha kısa vadeli düşünüldüğü için bu sonuçlarla karşılaşıyoruz sanırım.

Daha ekonomik, daha parasal kaynaklı kısa vadeli düşündüğümüz için… Kısa vadede bize para dönsün diye, burada da haksız değiliz. Sıkıntılar çok fazla, yayın dünyası çok ciddi bir krizde. Ben her ay 10 tane kitap çıkarıyorum, bu büyük bir rakam. 10 tane kitabı satamazsam bir sonraki ay 10 kitap çıkaramam. Bir taraftan da bir sürü kitap çıkarıyorum hepsi de bana göre güzel kitaplar… Onları çıkarmam lazım. Yani piyasa, arz talep işi… Ne kadar talep olursa siz ona paralel arz ediyorsunuz. Ama normalde böyle olmaması gerekiyor. Normalde bizim kendimizi döndürmemiz için okuyucu kitlesi yaratmamız lazım, okuyan insan sayısı ne kadar fazla olursa bizim yaşama şansımız da o kadar fazla olur. Bunu buradaki herkes söyler ama pratiğe geçiriliyor mu diye sorarsanız, maalesef… Herkes kısa vadeli çıkarlarını düşünüyor.

İlbay Bey’e bu değerli sohbet için çok teşekkür ediyor ve değindiği noktalar üzerine düşünerek stantların arasında geziniyorum. “İyi ki varsın edebiyat” teması ile kitapseverleri bir noktada birleştiren fuarın stant kiraları, çocuk odaklı bir fuar anlayışının mümkün olabileceği düşüncesi, fuarların kitabevlerine etkisi…

“Okuyucu ve yayıncıyı buluşturmayı diliyoruz”

Selma Sancı

Elimdeki deftere bakıp, kamerayı düşmemesi için omzuma sabitlemeye çalışırken bir ses geliyor sağımdaki stanttan “liste baya kalabalık galiba!” Sesin geldiği yöne doğru dönüp Sel yayınları standındaki samimi hanıma gülümseyerek, “Kitap listesi değil” diyorum. Ve yanına gidip kendimi tanıtarak sohbet edip edemeyeceğimizi soruyor, içtenlikle “Olur,” yanıtını alıyorum. Bu güler yüzlü kadın, Selma Sancı. Meslekteki 30. yılı. Yıllardır kitap fuarlarında, okurla iç içe… Günümüzde kitabevleri ve çeşitliliğin giderek azaldığını ve fuarların bu yüzden önemli olduğunu vurgulayarak başladığı sözlerine şöyle devam ediyor:

“Önceden çok fazla kitabevi vardı, okurlar kitaba ulaşabiliyorlardı. Ama şu anda maalesef belli kitaplar dönüyor, tüm kitabevlerinde aynı kitaplar var ve kitabın raf ömrü 20 gün. Okur yetişemiyor… Biz burada sadece alamadım, ulaşamadım diye şikâyetler alıyoruz. Yeni kitabı değil de inanın onları satıyoruz. O yüzden hem indirim hem atmosfer bakımından hem de maddi koşullar, kitabevlerinin azalması nedeniyle önemli. Biz çok önemsiyoruz. Üretici firma olarak önemsiyoruz, çünkü herhangi bir satış noktamız, dükkânımız yok. Sadece üretiyor ve okurlarla yüzleşiyoruz fuarlarda. Bu her anlamda doyum oluyor bizim için. Okurların gözlerindeki parıltıyı olumlu ya da olumsuz görüşlerini almak bizim için çok değerli ve yararlı.”


“Kitaplar, Ankara’dan öteye gitmiyor. Özellikle onlar aç ve fuar vesilesi ile onlar da mutlu oluyor biz de mutlu oluyoruz.”


Tüm fuarları takip ediyor musunuz?

Tarih olarak kesişmeyen ve çakışmayan fuarlar haricinde Türkiye’deki her fuara gidiyoruz. Maraş’tan geldim, gitmediğimiz yer yok.

Senelerdir çok sayıda fuara katılım sağlayan biri olarak gözlemlerinizi paylaşır mısınız?

Ankara’dan öteye kitaplar gitmiyor. Özellikle onlar aç ve onlar da mutlu oluyor biz de mutlu oluyoruz. Üretici firma olarak bunu yapmaya çalışıyoruz. Bazı fuarlar pazarlama amacı güdüyor, bazılarında kırtasiye bile olabiliyor. Biz katıldığımız fuarlarda daima okuyucu ile yayıncıyı buluşturmayı diliyoruz, istiyoruz.

Geçmiş yıllar ile günümüz arasındaki yolculukta fuar dünyasında neler değişti?

Okur sayısı artmıyor. Sel yayıncılık adına şöyle söyleyebilirim, bizi izleyen bir kesim var. Artık dijital bir çağdayız ve yeni okur katılımı konusunda pek olumlu şeyler söyleyemeyeceğim.  Ama insanların imza günleri, söyleşiler, sohbetlerde yazarları tanıması, bu ortamı soluması veya bir şekilde gezmesi adına gelmeleri bizi çok mutlu ediyor.

En çok hangi türe talep var?

Biz de herkes kendine göre bir şeyler buluyor, tabii edebiyat ağırlıklı… Çok geniş bir yelpazemiz var.

Önemli olan da o sanırım…

Biz yayınevi olarak özel kulvarlar açmayı çok önemsiyoruz. Çok farklı başlıklarda kulvarlar açtık; Kadın kitaplığı, Queer gibi… Bunu her yayınevinin yapması lazım… Sadece roman, öykü değil de yelpazenin genişlemesi gerekiyor.

Stant kiralarından bahsedelim biraz da…

Metrekareler çok pahalı…  Biz kitaplarımıza etiket basmıyoruz kapak fiyatları kalıyor, ama her sene rakamlar değişiyor.

Sohbet sırasında Selma Hanım’la görüşmek isteyen bir okuru geliyor. “Benim okurlarım hep gelir ve beni sorar” diyerek yanımdan okurla sohbet etmek üzere ayrılıyor.

Kısa sohbetin ardından söyleşimize dönüyoruz. “Bu fuarlar sayesinde çok önemli dostluklarımız oluştu diyor ve devam ediyor: “İzmir’de Adana’da Bursa’da tüm şehirlerde… Mesela bir okurumuz geldi, “Malatya’dan senin için geldim” dedi. İyi bir şey sunarsanız, iyi şeyler sizi buluyor. Bu sohbetlerle samimi bağlar kuruluyor.”

Daha fazla zamanını almamak okurları ile sohbetini engellememek amacıyla son sorumu soruyorum.

Edebiyat, yayıncı kimliğinizin dışında hayatınızda ne tür etkiler sağladı?

Ben bu işten fırsat bulup birkaç sene önce mesleğin mutfağını yazdım. Sonrasında devamı geldi. Her ay fuardayım yoğunluk nedeniyle zor üretiyorum.  Ama yazmak ihtiyacı doğdu. Zaten gazetelerden, dergilerden, Cağaloğlu’ndan, Babıali’den geliyorum. Biraz da bu işin mutfağını yazdım. Çünkü üretim tarzı çok değişti, onlar kayda geçsin istedim. Karakterler üzerinden böyle bir kurgu yaptım. Yıllardır edebiyat dünyasının içindeyim. Bu işin her alanı, her aşamasında çalıştım. Karanlık odadan harman çekmeye kadar… Eskiden 10 tane aşaması vardı kitap üretiminin ve her biri iş koluydu. Günümüzde düğmeye basıyorsunuz matbaaya gidiyor kitap. Yazarın yüzünü görmüyorsunuz. O hava çok önemliydi.

“Üzerine bu kadar konuştuktan sonra kitabımı hediye etmesem olmaz” diyerek standın üzerindeki “Espas” adlı kitabı uzatıyor bana, elimde kitabım, bu keyifli söyleşi ve hediyesi için teşekkürlerimi sunarak Selma Hanım’ın yanından ayrılıyorum. Kitap fuarının en önemli yanı, buradaki herkesin dediği gibi güzel sohbetlerin olması, Selma Hanım iletişim yeteneği ile bunu oldukça başarılı bir şekilde, içtenlikle hayata geçiriyor. Olması gerekeni yapıyor, en çok ihtiyaç duyduğumuzu…

“Edebiyat bizleri başka hayatlara misafir ediyor”

Güneş Akkor, Dilek Büyük, Bahar Siber

Dilek Büyük ile görüşmek için İletişim Yayınlarının standına doğru yöneliyorum. Dilek Hanım, İletişim yayınlarının editörleri Bahar Siber ve Güneş Akkor ile tanıştırıyor beni. 4 kadın bir masanın etrafında söyleşmeye başlıyoruz.


Bahar Siber: Ben de zamanında o kuyruklarda imza için bekleyen bir okurdum. Burada vakit geçirmek, bu havayı solumak, yazarlarla temas etmek, bizim bu alanın çalışanı olmamızı sağladı, kitapla ilgili şeyler yapmaya yöneltti bizi.


Fuarın en önemli noktası nedir?

BS: Burada bütün bir yıl hazırlanan kitaplar ve öncesinde yer alan külliyat sergileniyor ve okurla yüz yüze görüşme imkânı elde ediliyor. Yayınevi ile okurlar doğrudan yüz yüze karşı karşıya geliyorlar. Ayrıca yine yazarlar okurlarla buluşuyor imza günleri söyleşiler paneller vasıtası ile…

Fuara ulaşım biraz zorlu…

BS: Eskiden, fuar şehir merkezindeyken insanlar kolay erişebiliyordu, orada da mekân sıkıntılıydı, dar ve boğucuydu. Burada olunca da mesafe anlamında zorluk var.

Ulaşım zorluğuna rağmen ziyaretçi sayısı oldukça fazla…

BS: Evet, ulaşım zorluğuna rağmen kesinlikle bir artış var.

GA: Yayınevi sayısında da artış var. Yayımlanan kitap sayısı, yayınevlerinin artışı ile ziyaretçi sayısı doğru orantılı, o yüzden artış görülüyor tabii.

Daha çok hangi tür kitaplar talep görüyor?

BS: Ağırlıklı olarak edebiyat kitaplarına talep fazlalıkta.


Edebiyat sohbetleri, yazar-imza günleri, söyleşilerin okurların bakış açılarına etkisi nedir?

GA: Söyleşiler ve imza günlerinin en güzel kısmı yazarı merak eden okurun yazar ile tanışması… En önemli artısı yazarla yüz yüze gelmek, sohbet etme imkânı bulmak…

BS: Ben de zamanında o kuyruklarda imza için bekleyen bir okurdum. Bu havayı teneffüs etmek de belki kitap fuarının yan getirisidir denilebilir. Burada vakit geçirmek, bu havayı solumak, yazarlarla temas etmek, bizim bu alanın çalışanı olmamızı sağladı, kitapla ilgili şeyler yapmaya yöneltti bizi. Sadece bu kadar da değil eminim çoğu insan da yazarlarla tanışıp, onlardan ilham alıyor ve ilerleyen zaman içerisinde kendileri de yazmaya başlıyor.

Edebiyatın hayatınıza kattıkları ne oldu?

BS: Edebiyat benim, hayat üzerine düşünme vesilem oldu. Hayat üzerine edebiyat tanımıyla kafa yorma olarak tanımlayabilirim bu ilişkiyi. Dolayısıyla çok temel bir yeri var benim için. Farklı yazarların farklı bakış açıları ile karşılaşmak bunu her defasında keşfetmek hem çok heyecan verici hem de farklı bir bakış açısı doğrultusunda hayatta yol almamı da sağlayan bir şey.

GA: Empati duygumu geliştirdi. Hem kendi hayatıma hem de başka hayatlara farklı bir göz, farklı bir bakışla bakmamı sağladığı için gündelik hayatta da böyle bakabilmemi kolaylaştırdı. Tek taraflı kendin odaklı bakmaktan birazcık da olsa sıyrılmayı sağlıyor bence.

BS: Hayata direnme ve dayanma kuvveti veriyor aslında. Başka bir hayata misafir olma fırsatı sağlıyor.

GA: Otobüste yanımda oturan kişinin, kafeye gittiğinde sipariş verdiğin garsonun bir hikâyesi olduğunu daha kolay aklına getirebiliyorsun. Herkesi kendi hikâyenin yan karakteri olarak görmekten vazgeçip herkesin kendi hikâyesinin kahramanı olduğunu daha kolay anlıyorsun.

Ayırdıkları vakit ve güzel sohbetleri için bol teşekkürle yanlarından ayrılıp son durağım olan April yayınları standına doğru ilerliyorum ve Kamuran Vural ile tanışıyoruz.

Kamuran Vural


“Önemli olan, paylaşmak. Önermek, iletişim kurmak, yardımcı olabilmek.”


Kamuran Vural’ın önemsediği noktaların başında küçük yaşlardaki çocukların kitap dünyasıyla iç içe olması, fuarın havasını teneffüs etmesi, kitaplara dokunarak onları hissetmesi geliyor… Öncelik çocuklar, diyor ve bu anlamda şikâyetini dile getiriyor: “Bugün bir olayla karşılaştım. Çocuklar kitaplara dokunuyor öğretmeni itiraz ediyor; hayır dokuma, karıştırma elleme. Çocukları hızlı bir şekilde gezdirip çıkartıyorlar maalesef. Bazı öğretmen arkadaşlarımız kitapları anlatıyor, tanıtıyor. Onlara yardımcı oluyorum, yaşları küçükse çocuklara şaklabanlık yapıyorum, hediye dağıtıyorum. Bugün mesela bir yarışma yaptım. İsimleri zor olan kitapları gösterip, “Şunu okuyanlara hediye vereceğim” dedim. 20 kişiden bir kişi okuyabildi.” Diğer bir şikâyeti ise tüm yayıncılarla aynı: “Özellikle Tüyap kiralarından çok şikâyetçiyiz. Büyük yayınevlerinin çok az indirim yapmasından bir de. İnsanları çekmesi gerekiyor… Maalesef maddiyat ön planda. Ama Türkiye şartları tabii.”

Fuarların paylaşım alanı olduğunu vurgulayarak sözlerini şöyle sonlandırıyor Kamuran Bey: “Bende olmayan bir kitabın yerini tarif ediyorum. Bu dayanışmanın olması şart. Önemli olan, paylaşmak. Önermek, iletişim kurmak, yardımcı olabilmek.”

Fuarın en önemli özelliğinin bir paylaşım alanı yaratmak olması, maddiyatın arka plana atılması, bunun için de her şeyin temelden düzenlenmesi gerekiyor. Her şeye rağmen 36 yıldır tüm emekçiler; okurlar, yayınevleri, kitabevleri, edebiyatı hayata yaymak anlamında önemli rol üstleniyor. Onlar iyi ki var! Edebiyat iyi ki var, hal böyleyken hala umut var.

Gelecek senelerin daha güzel kapılar açması dileğiyle…