Sirkeci’de ufacık bir dükkân Türkiye ve dünyadan önemli isimleri ağırlıyor. Bir buçuk metrekarelik mutfağında harikalar yaratan Can Oba, misafirleriyle tek tek ilgileniyor. Ünlü şefle yaptığımız söyleşide birbirinden güzel yemekleri tatma fırsatımız da oldu. Karşınızda renkli kişiliğiyle Can Oba!
*Bu yazıyı tokken okumanızı tavsiye ederiz!
Soracağım ilk soru farklıydı aslında, ama misafirlerinize olan ilginizi görünce bununla başlamak istedim. Herkese böyle yakın ve sıcak mı davranıyorsunuz?
Teşekkür ederim böyle düşündüğünüz için. Herkesle yakından ilgilenmeye çalışıyorum. Buraya kimler kimler gelmiyor ki! Çin devlet başkanının kızı Xi Mingze’den Kahire devlet başkanının kızına, Fransa eski cumhurbaşkanından dünyanın en zengin CEO’larına çok farklı kültürlerden insanlar geliyor.
Saydığınız isimler çok zengin. Herkese hesap aynı mı geliyor?
Çin devlet başkanının kızı beş kişiyle geldiğinde hesap 500 lira tuttu. Kalkmalarına yakın lokum yaptırdım. Beş tane lokuma 250 lira verdik. Herkes, “Abi 1000 Avro yaz, 5000 dolar yaz,” falan dedi ama yapmadım tabii. Bizim gibi insanlar bu tür insanları randevuyla bile göremez. Yarın öbür gün ülkemiz hakkında bir karar alınacağı zaman buraya ait güzel anılarının olması kararlarda etkili olabilir. Yatırım yapacakları zaman Türkiye’ye yapsınlar, bizden birçok kişi ekmek yesin bu sayede.
Aşçılık macerası nasıl başladı?
Aslında aşçılıkla hiç alakam yoktu, yumurta bile kıramazdım. Babam vefat ettikten sonra amcam beni Almanya’ya çağırdı. Burada üniversite sınavına girmiştim yeni. Su arkeoloğu olmak istiyordum ama kontenjan sadece beş kişilikmiş. O bölüm olmayınca ben de Frankfurt’a gittim. Giuseppe diye bir arkadaşım hafta sonları çalışmam için bir bar ayarladı.
Aşçının yardımcısı rahatsızlanınca bir gün mekânın sahibi Sabina benden yardım etmemi istedi. Ben anlamam, yapamam deyince, “Yaparsın, bugünlük ödemeni de iki katı yaparım,” dedi. Öyle deyince kabul ettim. Aşçı da benden memnun kalmış olacak ki yarın da gel dedi. Daha sonra belli günler barda, belli günler mutfakta çalışmaya başladım.
Oradan ayrılıp Michelin yıldızlı aşçının restoranında çalışmaya nasıl başladınız?
Sabina’nın yerinde çalışan aşçı bende bir cevher görmüş olacak ki Schöbek diye bir ustanın yanına gitmemi tavsiye etti. Başvuru yaptım, sınavları geçtim ve orada çalışmaya başladım. Michelin yıldızlı, mükemmeliyetçi bir adam. Hata sıfırdır ve hiç taviz vermez. O kadar ki iş konusunda taş taviz verir o vermez. Filmlerdeki aşçılar gibi terör estirmezdi, direkt atardı.
O kadar mükemmeliyetçi birinin yanında çalışmak da psikolojik olarak yorucu olur.
Orada çalışmak hiç kolay değil, nasıl bir stres anlatamam. Düşün, karşında Microsoft’un Avrupa CEO’ları yemek yiyor, kırk kişi. Ana yemekleri servise hazır hale getirdik. Schöbek geldi, tabaklara şöyle bir baktı ve parmağıyla itti. Kırk yemeği tekrar yapmak zorunda kaldık. Size hiçbir şey açıklamak zorunda değil neyi beğenmediğiyle ilgili olarak. Bana göre o yemek mükemmel ama o bir şey görmüş.
“Büyük şeflerin özel hayatı olmaz”
Michelin yıldızı aşçıların Oscar’ı. Kime verecekleri konusunda çok seçici oluyorlardır. Onun stresi CEO’lara yemek hazırlamaktan daha mı zor?
Michelin yıldızı almak daha da stresli çünkü kimin geleceğini bilmiyorsun. Bütün bir yıl gelecekmiş gibi çalışıyorsun. Her zaman tetikte olman lazım. Mesela bir gece önce karınla kavga etmişsin, ertesi gün moralin çok bozuk diye işe gitmiyorsun ve yardımcın yapıyor yemeği. O gün de tesadüfen Michelin yıldızı alıp alamayacağına karar verecek kişi geliyor. Ne oluyor? Bir sene daha beklemek zorunda kalıyorsun.
O kaliteyi korumak da önemli. İşleri her şeyleri mi oluyor bu aşçıların?
Büyük şeflerin hiç özel hayatı olmaz. Her şeyini mutfağına adamıştır. Eşi onun için reklam arası gibi olmuş oluyor. Ne istediğinle alakalı. Ben öyle olmasını istemem. Bir kız arkadaşım vardı, işimin stresinden dolayı ayrılmak zorunda kaldık. Şimdi olsa öyle davranmazdım. Kariyer, para pul önemli ama yaşamı kaçırmamak lazım. Eldeki bir kuş daldaki iki kuştan iyidir diye bir Amerikan atasözü vardır. Biz o bir kuşun canını öyle bir çıkartıyoruz ki eşlerimizin, kız arkadaşlarımızın kimsenin hali kalmıyor. İnsanoğlunun gözü hep o daldaki iki kuştadır. Arabası vardır daha üst modelini ister, işi vardır daha yüksek mevki ister, parası vardır neden daha zengin değilim der… Bir dur yahu. Sonrasında da gözyaşları sel oluyor istedikleri gerçekleşmeyince.
“Ajan olduğumu düşünenler vardı”
Sirkeci’de yer açmak nereden geldi aklınıza?
Ucuz olduğu için burayı tercih ettim. Kredi çekip açtım dükkânı. O zamanlar kebap yapıyorduk. Menü değişince burası çöldeki vaha gibi oldu. Üç buçuk sene oldu açılalı.
Buranın esnafı hemen kabul etti mi sizi?
İlk başlarda ajan olduğumu düşünenler bile oldu. Bir gün meyve satan biri gelip, “Sen ne ayaksın, ajan mısın?” dedi. “Yok, ne alakası var,” deyince, “MİT’tensin o zaman,” dedi. “Yahu değilim, ama olsam ne olacak, gelip senin portakallar şekerli mi değil mi ona mı bakacaklar,” dedim.
Bayram tatili için iki gün burada olmayacaktım; bu beni görüp, “Nereye abi?” diye sordu. Bilerek, “Göreve,” dedim. Baktım gidip bana dükkândan elma falan getirmiş yolluk.
Yurtdışından ödülleriniz de var.
New York’a gidip Dünya Kalite Zirve Ödülü, ISO aldım yeni. 2016’da Avrupa Birliği Kalite Ödülü aldım. Ayrıca restoran Michelin Guide’a girdi.
Müslüman mahallesindeki salyangoz olarak başarıyı nasıl yakaladınız burada?
Başarı bir şeyi çok istemekle olmuyor. Bazen özgür bırakmak gerekiyor.
Buranın imkânlarıyla zor bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Gençler için örnek teşkil eden bir yer aslında. İşini nerede yaparsan yap iyiyse insanlar takdir edip geliyorlar.
Kanyon gibi lüks bir alışveriş merkezinde farklı bir konseptle mekân açtınız. Biraz anlatır mısınız orası nasıl bir yer?
Kanyon’daki tatlı yerim aslında on beş sene sonrasının konsepti. Tatlıyla eşleştirilmiş şaraplar, şampanyalar ve havyar var. Keyif yeri orası. Tüm tatlı ve dondurmaları ben yapıyorum. Orası da bir mesaj aslında. Bize tonlarca muhallebi, kazandibi yedirdiler yıllarca. Kendilerini hiç geliştirmediler. Gençlere tavsiyem sevdikleri işi yapsınlar. İlla Kanyon’da bir dükkânlarının olmasına gerek yok, on metrekare bir yer açsınlar, orada kurabiyelerini yapsınlar, hamburger yapıp satsınlar. On tane yapsınlar, ama orijinal ve yapmaktan keyif alacakları bir şeyler yapsınlar.
Bunun için eğitim şart mı?
Temel bir eğitim gerekli fakat her şey sevgiyle oluyor. Bir işi seviyorsanız gerisi boş. Yoksa sevmezseniz dünyanın en iyi aşçısının yanında yetişmiş olun bir şeye yaramaz.
“Mezelerimizin hepsi devşirme”
Sirkeci’deki bu restoran, Kanyon’daki tatlıcı. Sırada ne var?
Farklı projeler var. Bir tanesi mezeci olacak. Yirmi yirmi beş tane özgün Türk mezesi hazırlıyorum, yaklaşık on iki tanesi bitti. Mezelerimiz bize ait değil, hep Yunan, Balkan, Ermeni ve Arap mutfağından devşirmedir. Osmanlı zamanında rakı balık yasak olduğu için mezeler de yoktu. Hristo’nun Yeri, Maria’nın Bahçesi gibi yabancı uyruklu vatandaşların sahibi olduğu yerlere gidiliyordu. Meze yapmak bile yasaktı o dönemlerde.
Bu mezeler daha önce hiçbir yerde yemediğimiz mezeler mi olacak?
Evet. Henüz vitrine çıkmadıkları için isimlerini söyleyip gizemi bozmak istemiyorum.
“Yemek bir yorum sanatıdır”
Yeni bir yemek yaratma süreci nasıl oluyor? Kâğıt kalemi elinize alıp düşünüp mü yazıyorsunuz yoksa gece yatakta birden aklınıza mı geliyor fikirler?
Bazen durduk yerde aklıma gelir ne yapılabilir diye, not alırım. Aslında olay yorumlamak. Yemek bir yorum sanatıdır. Bir şarkıyı on kişi söyler, biri çok güzel yorumlamıştır. Yemek de öyle. Yorumunuz ne kadar iyiyse yemeğiniz de o kadar lezzetli olur.
Durmayı sevmeyen biri olduğunuzu görüyorum ve sadece meze projesi yokmuş gibi hissediyorum. Haksız mıyım?
Doğru, bir diğer proje de geyik, karaca, bıldırcın keklik gibi av hayvanları. Onu da hayata geçirdikten sonra ceketi alıp çıkar, yerimi gençlere bırakırım. Para olarak olmayabilir ama ruhsal olarak tatmin çok önemli. Eve gittiğiniz zaman mutluysanız gerisi boş. Yediğiniz ekmek bile sanki dünyanın en kaliteli ekmeği gibi geliyor.
Menü hep aynı mı, zaman zaman değiştiriyor musunuz?
Bugüne kadar yüz kırk tane ana yemek girdi menüye. Artık eskisi kadar çok değiştirmiyorum çünkü bazen kavga ediyoruz gelen misafirle. Balık çorbanız için Urfa’dan kalkıp geldim diyor, o artık yok dediğim zaman inanamıyor. Arkadaşım yedi ben de yiyeceğim diyor. Kaldırdığınız bir şeyin yerine menüye daha iyi bir yemek koysanız bile kabul görmüyor, onu yemek istiyor insanlar.
Kaç kişi çalışıyorsunuz?
Burada üç kişiyiz, Kanyon’da da iki kişi var.
“Kadınların damak tadı erkeklerinkinden gelişmiş”
Çok şık restoranlar var. Mutfakları da görünüşleri kadar iyi mi, yoksa gözümüzü mü boyuyorlar?
Bebek, Etiler, Nişantaşı, Bağdat Caddesi gibi semtlerdeki en janjanlı restoranları gözünüzü kapatıp düşünün bir. Şimdi onları alıp beş sokak arkaya taşıyın, kim gider? Hiç kimse. İşte bu bizim yemeğe verdiğimiz değeri gösteriyor, sıfır. Son dönemde artık restoranlar sosyalleşme alanı olarak kullanılmaya başladı. Sosyal statüsünü de etkiliyor insanların. Yoksa orada ne yediklerinin önemi yok. Dün akşam şu ünlü mekânda yemekteydim demek kişiler için daha önem taşıyor.
Hiç mi yok gerçekten kaliteli yemek yemek isteyen, bunu araştıran?
Olmaz mı! Bir kitle de var ki 25-35 yaş arası, bunlar yemek yemeği, keşfetmeyi seviyor.
Kadın ve erkekleri kıyaslayacak olursak, kimin damat zevki daha gelişmiş?
Müşterilerimin yüzde seksini kadındır. Türkiye’de kadınlar damak tadına erkeklerden daha hâkim. Onlar daha keyifli yer ve seçicilerdir. Erkeklere ne versen götürürler.
Neden o zaman ünlü aşçıların çoğu erkek?
Kadınların o kadar strese dayanabilmeleri çok zor. Biraz daha kas gücü gerekiyor.
Evde yemek yapan erkek de güzel oluyor hani.
Yemek yapan erkek romantiktir ve ilişkide 1-0 öndedir. Sadece bu yetmez tabii, her şeyi birlikte yapmak gerekir hayatı paylaştığınız kişiyle. Egolarınız çok yukarıdaysa, kendinizi tatmin edememişseniz, ulaşmak istediğiniz yere ulaşamamışsanız onun acısını hep eşinizden çıkarırsınız. Bunun farkında bile olamayabilirsiniz.
Dünya mutfağıyla aranız nasıl?
İyi, dün geldiler. Şaka bir yana dört kıtada çalıştım, en çok deniz ürünleriyle yapılan yemekler ilgimi çekiyor. Bana göre şu an dünyada yetiştirmeler hariç, en temiz besin balık. Toprak, hava kirli; besinleri yetiştirmek için kullandığımız su kirli… Hepsinin hormonlarıyla oynuyorlar. Balıktaysa bunu yapamıyorlar.
Besleyici olmasının yanında balık hafif de. Bir kilo balık yiyin, bir kilo et; etten sonra çökersiniz. Balıktaysa hiçbir rahatsızlık duymazsınız.
“Burada tinercimiz bile gurme”
Semtten dolayı burada tuhaflıklar yaşandığı oluyor mu?
Tripadviser’dan duyan, Çırağan’da kalan bir grup geldi. Hepsi şıkır şıkır giyinmişler Sirkeci’ye daha önce hiç gelmedikleri için. Epey şaşırmışlardı. Sokağın başında görünce bu grubu, çocuklara bizim müşteriler geliyor demiştim. Nereden anladın abi dediklerinde, kim buraya bu kadar süslenip gelir ki dedim.
Kendileriyle biraz sohbet edip içeri geçtim. Bir süre sonra bir baktım bir tinerci kadının tabağındaki eti kapmış kemiriyor. Yanına gidip ayıp olduğunu söyleyip para vermek istedim. Kabul etmedi, ben eti yiyeceğim dedi. Tinercimiz bile gurme tinerci burada.
Burasını kapatıp başka bir yerde devam etmeyi düşündünüz mü?
Burası ilk göz ağrımız, tutmak istiyorum elimde aslında ama zor da oluyor. Yazın, özellikle sokakta kavga küfür gırla. Hayatında Sirkeci’ye gelmemiş çocuğuyla geliyor adam. Ortamı görünce de bir daha gelmiyor yemekten çok memnun kalsa bile. Alkolsüz olması da dezavantaj oluyor. Deniz tarağının yanında beyaz şarap içmek istiyor müşteriler.
Krallar, CEO’lar, devlet adamlarının geldiğini öğrendik. Müşteri portföyünüzü hep bu tür kalburüstü tabir edeceğimiz kişiler mi oluşturuyor?
Misafir kitlemiz çok geniş, her yerden geliyor insanlar ve bu ortamda böyle kaliteli hizmet vermemizi takdir ediyorlar. Lezzeti her zaman aynı kalitede tutturmak da çok zor. Resmen Müslüman mahallesine salyangoz satıyoruz.
Etraftaki esnaftan hiç sizden etkilenen olmuyor mu? Biz de yeni, ilginç bir şeyler yapalım diyen çıkmıyor mu?
Nerdee… Bir gün Vedat Abi (Milor) çekime geldi, çıkarken karşı dükkândan bir adam çıktı, Vedat Abi’nin koluna yapıştı ve, “Toprağım ne kadarsa parası verelim, bizi de çıkar televizyona,” dedi.
“Sektörün kanını emiyorlar”
Türkiye’de, aslında dünyada aşçılık ve yemek yapmak trend oldu. Televizyon kanallarında yemek programlarının sayısı dizilerle bile yarışır oldu. Nasıl buluyorsunuz bu programları?
Eskiden daha iyiydi. Televizyonda artık kaliteli yemek programı kalmadı gibi. Vedat Milor’ün programının bile yeni bölümleri çekilmiyor. Aşçı olmayan kişiler daha şov amaçlı yemek programları yapıyor. Aslında herkes uzman olduğu şeyi yapsa. Dişçi uçak uçurabilir mi? Ama herkes aşçıyım diye geziyor.
Bir de herkesi aşçı yapan atölyeler düzenleniyor. Yararlı mı sizce onlar?
Kısa dönemde aşçılık diploması veren yerlere karşıyım çünkü hayal satıyorlar. Satılan hayal de çok çabuk biter. Evini, arabasını satıp bir yer açıyor ve sonrasında batınca müthiş bir hayal kırıklığı yaşanıyor. Bu çok acı bir şey.
Kapınızda yemek fişlerinin geçtiğini gösteren sticker’lardan göremiyorum. Online yemek siparişi verilen sitelerde de yoksunuz.
Yemek fişlerine de savaş açmış durumdayım. Lokantamdan içeri sokmuyorum. Bir pos makinesi koyuyor ve milyarlarca lira kazanıyor. Ben burada Türk patronlara da kızıyorum kolaya kaçtıkları için. Çalışanlarına o sistemi kullandırıyor. Böyle olunca da esnaf yemeğinin içindeki eti azaltıyor, pirincin kalitesiz olanını kullanıyor çünkü o şirketler büyük bir yüzde alıyorlar her kullanılan karttan. Sektörün kanını emiyorlar. O parayı bir yerden çıkarması gerekiyor restoran sahibinin. Sonra da Türk mutfağı geriliyor. Allah aşkına ne veriyorsun ki geri alasın!
“Master chef her yemeği iyi yapmalı”
Kitap yazmayı düşünüyor musunuz?
Yemek kitabı yazmayı düşünüyorum aslında. Geçenlerde bir grup misafirimin yanına gittim, bir hanımefendiye ne iş yaptığını sordum. Yazarım dedi, ben de yazarım dedi. Peki ne yazarsınız diye sorunca aşk romanları dedi. Bana sordu ne yazarsın diye. Yemek hakkında yazarım dedim. Meğer Canan Tan’mış konuştuğum.
Gazetelerden teklif geliyor mu yazmanız için?
Geliyor ama gazetede yazmak kolay değil. Sıkışık dönemi geçince düşünüyorum çünkü bilgiyi paylaşmak gerek. Kim kiminle ne yapmışın yanında yararlı bir şeyler de öğrenebilsin insanlar isterim.
Ünlü isimler sık sık uğruyor mu Can Oba’ya?
Geliyorlar ama ben sima olarak tanımıyorum çoğu zaman. Bir gün birine bir şey anlatıyorum, arka masadan başka biri, abi film olur bu anlattığın dedi. Olursa çekelim deyince yönetmeni de burada hazır dedi. Meğer Ferzan Özpetek ve arkadaşlarıymış. Böyle olunca da keyifli oluyor.
Şu yemeğin yeri benim için ayrıdır dediğiniz, yapmaktan ayrı keyif aldığınız bir yemeğiniz var mı?
Deniz mahsullerinden yemek yapmayı çok seviyorum ama paelladan ete, suşiden risottaya aklınıza gelebilecek her türlü yemeği yaparım. Tüm dünyadaki yemekleri iyi de yaparım. Master chef olduğunuz zaman hepsini bilmeniz gerekiyor. Yoksa size saygı kalmaz ve alay konusu olursunuz.
Sosyal medyada çok fazla gurme var. Gittikleri mekânları değerlendirip haklarında yazı yazıyorlar. Ne düşünüyorsunuz onlarla ilgili?
Birçoğuna gülüyorum. Türkiye’de ne yemek var ki neyi değerlendiriyorsun. Gidiyor bir restorana, yediğini eleştiriyor. Yapan adam titriyor umarım kötü yazmaz diye. Onun derdi ekmeğini kazanmak. Michelin yıldızlı bir restorana gittiğinde yorum yapıp yazarsın çünkü orada adamın bir kariyeri vardır ve boşuna almamıştır. İyi veya kötü yorum yapabileceğin bir segmenttesin orada. Ama burada gariban, alaylı birinin neyini eleştiriyorsun? İbrahim Tatlıses’in dediği gibi Urfa’da Oxford vardı da biz mi gitmedik?
İyi yemekten gerçekten anlıyorlar mı?
Üstelik o yorumcuların birçoğu iki yumurtayı kıramaz ve yemekten hiç anlamıyorlar. Bir restorana gidip eti ağzının suyu aka aka yiyor ve bunu paylaşıyor orada burada. Ülkemizde etin kilosu kaç lira, alamayan çok aile var. Tamam hadi paylaştın ama ahlaksız adam, her gün mü kuyu kebabı yenip paylaşılır.
Sizinle ilgili olumsuz yazı yazanlar da oluyor mu?
Benim hakkımda kötü eleştiri yapanlar da oluyor tabii. Sahte hesaplarından yorum yapıyorlar. Gülüp geçiyorum. Biri yazmış, Can Oba’nın restoranında yemek yedim, ambulansla zor yetiştim hastaneye.
Bir başkasınınki daha da komik. Diyor ki, Can Oba’nın restoranında yemek yemedim. Bunu diyen guru. Devam ediyor; önünden geçerken gördüğüm izlenimlerimi paylaşmak istiyorum. Üç sayfa döşemiş. Risottadan girmiş balık çorbasından çıkmış. Sanki havalimanı gibi büyük mekânımız. Ne gördün de ne yazıyorsun. Sonunda da, hasbelkader bir gün yersem ona da ayrı giydiririm demeye getiriyor.
Başka biri de, herkes benden Can Oba yorumumu bekliyor. Gittim yedim, beğenmedim. Yorumlarda bir eleştirmişler bu kişiyi, geri dönecek virajı alamıyor. Sonunda resmi ve yazdıklarını sildi.
Türkiye’de birkaç kişinin dışında gurme murme yok, hepsi hava cıva. Bizim ülkemizde herkes her şeyi biliyor. Yazana bakacaksın, herkesle yüz göz olmaya gerek yok. Ben iyi yazana da kötü yazana da yorum yapmayı tercih etmiyorum. Bizim ülkemizde taraf olursan yanarsın.
Benden daha iyi aşçılar yetişir, restoranları benimkini geçer ve batarım gibi korkularınız var mı?
Başka restoranların benimkinden popüler olması, birinci olması benim umurumda değil. Keşke daha çok olsa. Yirmi milyonluk şehirde hepimize ekmek var. Bu egolar insanları bu hale getiriyor; bunu bir türlü ezemiyoruz.
“Etik olan her şeye destek atın”
CNN Türk’te Can’lı Tatlar adında bir programınız vardı. Neden yaptınız o programı?
Kimsenin adamı olmadan, birilerini araya sokmadan, çalışarak bunun yapılabileceğini göstermek istedim. Bir şefin alttan kazıyarak geldiğini görüp gençler bundan örnek alsın istedim. Anneyi babayı yemeden bir şeyler yapsınlar. Yattıkları yerden hazıra konmak olmuyor.
Yayın hayatına ara mı verdi, tamamen bitti mi Can’lı Tatlar?
Programa devam etmek istiyoruz. Sponsor bulunursa tekrar başlayacağız. Reytinglerimiz de çok iyiydi. Bir programda Ahmet Hakan’ın programının reytinginin iki katına çıkmışız. O bölümde portakallı ördek yapmıştım. Millet sıyırınca portakallı ördeğe dalmış.
İzlememiş olanlar için, ne anlatılıyor programda?
Bitmekte olan ürünleri bulup aktüel hale getiriyoruz. O ürünleri yetiştirenlerin yanına gidip dertlerini dinliyoruz. Çocuklarımız göremeyecek birçok ürünü. Bodrum mandalinası mesela, 420 bin ağaçtan 70 bin tane kalmış. Taşköprü sarımsağını Çin sarımsağı ezmiş, artık üretilmiyor bizde çok fazla.
Bol seyahat gerektiriyordu sanırım. Çok fazla şehre gittiniz mi?
Evet. Örneğin peynirleri için Kars’a gitmiştik, Iğdır’a da gidelim dedim. Ekipten abi orada bir şey yok diyenler oldu, gidince görürsünüz dedim.
Kars’ta Boğatepe köyüne gittik, 2000 metre rakım. Müthiş bir sütü var. Normalde bir litrede yüzde üç buçuk yağ oranı vardır, oradaki sütlerde yüzde beş buçuk, altı. Alplerdeki gibi. Köyde peynir müzesi bile var. Fransız ve Alman köylüler de var, Birleşmiş Milletler gibi.
Iğdır’da ne var? Kayısı, elma, domates falan var. Teyze toplamış bir kasa domates, yirmi üç kilo. Halde kilosunu 3 liradan satamamış. Bir traktörün arkasına kavun yığmış başka biri, abi hepsini toplam 170 liraya satabildim dedi. O kadar emek var, karşılığı ne kadar az. Şimdi neden buraya geldiğimizi anladınız mı dedim ekipteki arkadaşlara. Oradaki adam da kendi sesini duyurmak, varlığını göstermek istiyor. Birisi bize mikrofon uzatsın da dertlerimizi anlatalım istiyorlar çünkü buradan oraya bakmakla oradan buraya bakmak çok farklı. Etik olan her şeye destek atın.
Can Oba’nın amacı nedir bu hayatta?
Bu yaştan sonra benim Ferrari sürüp hava atacak halim yok. Benim amacım bundan sonra yurduma nasıl daha fazla faydam oluru düşünüp hayata geçirmeye çalışmak. Can’lı Hayatlar’dan kendime hiç para almıyordum.
Balıkla ilgili bir bölümde bir fırça çekmişim, yapımcım böyle giderse sen kanalı batıracaksın dedi.