PALLASYALILAR! – Karaköy Mono

Pallasyalıların çoğu gözlerini rahatlıkla bir mikroskop haline getirebilir ve bu yüzden de neredeyse tüm kitaplar fotografik yöntemlerle mikroskoplar tarafından görülebilecek en küçük boyutta basılır, böylece de her Pallasyalı kendi kütüphanesinin tümünü boynundaki bir kolyede taşıma imkânına sahiptir.

 

Bunun ardından da Lesabendio, dünyayı ziyaret etmiş olan Pallasyalının yazdığı kitaptan yavaşça ve tane tane şunları okudu:

“Pallasyalılar tarafından çok iyi bilinen topuz göktaşlarının birinin üzerine binip Dünya’nın yörüngesinden geçtim. Ve herhangi bir terslikle karşılaşmadan Dünya yüzeyine iniş yapabildim. Dünya fazlasıyla ağır bir yıldız, ancak onu oluşturan maddeler bizim Pallas’ta bildiğimiz maddelerden o kadar değişik ki benim bütün bu koca gövdem Dünya’da yaşayanlar için tümüyle görülmez ve hissedilemez bir hale gelmişti. Ancak yine de mükemmel gözlerim sayesinde Dünya’da olan biteni bütün açıklığıyla görebiliyordum. Gördüklerimse çok acayipti, ama pek de iç açıcı şeyler değildi. Dünyalılar farkında olmaksızın benim gövdemin içinden geçerek hareket edebiliyorlardı. Bir Dünyalının içimden geçtiği zamanlarda tüm uzuvlarımda hafif ve sevimsiz bir karıncalanma hissediyordum. Dünya’nın iç kısımlarına da ulaşmaya çalıştım, ama nereden denersem deneyeyim bunu beceremedim. Ve bu yüzden de Dünya’nın yüzeyinde kalmam gerekti. Her tarafta bedenimi beslemek için bir sürü bitki çeşidi buldum. Pallas’tayken, gıda maddelerini gözeneklerimizden almak için bedenimizi Pallas mantarlarına değdirmemiz yeterliyken, dünyada mantar ve benzeri yiyecekleri gözeneklerimizden emebilmek için önce toz haline getirmek zorundaydım. Ancak Dünyalıların beslenme şeklini görünce dehşete düştüm; bunlar bedenleri şişene kadar besinleri ağız yoluyla alıyorlardı. Üstelik en korkuncu da başka canlı türlerini öldürmeleri, onları kesip doğradıktan sonra da parçalar ve lokmalar halinde ağızlarına sokmalarıydı; ağızlarındaki taş gibi sert dişleriyle bunların hepsini çiğniyorlardı. Kendimi Dünyalılara gösterebilmek için elimden gelen her şeyi yaptım ama yine de bunu beceremedim. Dünya’da yaşayanlar çok farklı zeka düzeylerine sahipler; yönetici konumda olanlar da zorlukla iki bacakları üzerinde oradan oraya kendilerini sürüklüyorlar ve kendilerini “insan” olarak adlandırıyorlar. İnsanlar da başlangıçta yırtıcı hayvanlarmış, yani dişlerini ve pençelerini kullanarak diğer canlılara saldırıp onları öldüren ve yiyen canlılarmış. Bu yırtıcı hayvan içgüdülerinden faydalanarak iğrenç alışkanlıklar geliştirmişler. İnsanlar yalnızca Dünya üzerinde yaşayan ve kendilerinden daha düşük zekaya sahip canlıları yok etmekle kalmıyorlar, ayrıca yiyecek için karşılıklı olarak birbirlerini de yok edebiliyorlar. Gerçi birbirlerini yediklerini hiç görmedim, yine de binlerce kişiden oluşan devasa ordular halinde birbirlerine saldırdıklarını, ateşli silahlar ve keskin demir parçalarıyla birbirlerini korkunç şekilde yaraladıklarını ve yaralananların çoğunun da kısa süre içinde öldüklerini kendi gözlerimle görmek zorunda kaldım.”

“Yeter!” diye birdenbire bağırdı Biba; yüzü tümüyle morarmıştı. “Sen bunları bana nasıl okursun? Resmen bana işkence ediyorsun! Ne yani, güneşin yüzeyinde yüzeyinde yaşayanların da böyle aşağı bir gelişim düzeyine sahip olduklarına inanmam mı gerekiyor? Buna asla inanma, muhakkak kendi gözlerimle görmem gerek. Ve ayrıca bu da çok korkunç olurdu. Sen benim güneşe olan özlemimi elimden çalmak mı istiyorsun?”

“Ama bu bilgiler,” dedi Lesabendio, “seni neden bu kadar sarstı? Üzerinde daha kaliteli bir yaşamın sürdüğü bir yıldızda bulunduğun için mutlu olmalısın. Bak sevgili Biba, seni Güneş’teki yaşama olan bu çılgın merakından kurtarmayı ben de çok isterdim. Senin başka bir yaşam için böylesine çılgınca yanıp tutuşman ve bu arada  içinde bulunduğun yaşamın sağladığı avantajları görmezden gelmen hiç hoş değil. Hatta elimde tuttuğum bu kitaba göre, Dünya yüzeyindeki yaşamın da aynı şekilde bazı avantajları olmalı.”

“Rica ediyorum dalga geçme,” dedi Biba, bunun üzerine gayet yumuşak biçimde. “Herhalde birbirlerini ordular halinde yok etmeye çalışan bu Dünyalıların yaşamlarının parlak bir yanı olduğunu iddia etmeye kalkmıyorsundur?”

Lesabendio güldü ve karşılık olarak elindeki küçük kitaptan şunları okudu:

“Çok inanılmaz gibi gelebilir ama yine de söylenmesi gerekiyor, bu insanlardan birkaçı diğer yıldızlardaki yaşamlarla da ilgileniyorlar ve bu yıldızları çok daha büyük ölçekte görebilmelerini sağlaması için suni takma gözler kullanıyorlar. Ve benim için en komiği de neydi biliyor musunuz, insanların Pallas’ı keşfetmiş olduklarını duydum. Yıldızımıza bir astronom olan Pallas’ın ismini vermişler. Bu astronomun tam adı Peter Simon Pallas ve ben onu bizzat kendi gözlerimle gördüm. Elbette bu Pallas bizim hakkımızda pek bir şey bilmiyor, ama yıldızımızın aşağı yukarı kırk mil çapında olduğunu öğrenmiş. Bizim gezegenimizi yalnızca küçük, parlak bir nokta olarak görebilmiş. Elbette bu Peter Simon Pallas ancak Güneş ve insanları Jüpiter adını verdiği en yakınımızdaki uydusunun ışıklarıyla aydınlanan atmosferimizi görebilmiştir. Ama yine de yıldızımıza adını veren bu astronomun isminin tam da bizim gezegenimiz için kullandığımızla aynı şekilde söyleniyor olması acayip değil mi? Bu yüzden diğer yıldızlarda bulunan kendimizinkine göre daha aşağı yaşam biçimleri hakkında küçümseyici hükümler vermekte acele etmemeliyiz.”

Biba’nın yüz hatlarına biraz neşe geldi ve yüzü yeniden her zamanki açık kahverengine döndü.

Ama Biba kitabın tümünü kendi başına okumak istiyordu. Bunun üzerine Lesabendio da kitabı ona ödünç verdi.

Biba kitabı boynundaki kolyeden çıkan ipliklerden birine bağladıktan sonra, ikisi de dik kaya yamacından yukarı çıkmaya karar verdiler. Yine kendilerini önce yukarıya uzattılar, sonra aniden yeniden küçüldüler ve toplanmış vantuz ayaklarıyla kendilerini ittirdiler, böylece de yukarıya doğru uçtular, neredeyse üç yüz metre yüksekliğe çıkıverdiler.

Havadayken sırtlarındaki kanatları açtılar ve vantuz ayaklarıyla tekrar tutunacakları kaya yamacına yaklaştılar. Tutunduktan sonra yine aynı şekilde tekrar yukarı doğru sıçradılar ve böyle birkaç sıçrayış sonrasında Pallas’ın üst kenarını bir daire biçiminde kaplayan dağ sırasının zirvesine ulaştılar…

 

* Paris Yayınları’ndan çıkan, Almanca aslından çevrilen “Lesabendio: Bir Asteroid Romanı” adlı romandan alıntılanmıştır.

-Farklı dünyalar, yeni yazarlar, yeni görüşler tanımak dileğiyle… okuyun, okutun!